Emektar gazeteci Faruk Türkoğlu’nun “Gazeteci Oluyorum” isimli kitabını mart ayında yayınlıyoruz. Kitap raflardaki yerini almadan önce “röportaj teknikleri” bölümünden bir hikâyeyi sizlerle paylaşmak istedik:
“Bu Nasıl Bir Duygu?” Bu Nasıl Bir Soru?
Bazı gazeteciler önemli bir olay ardından, tek bir soruyla konuştuğu kişinin tüm duygularını öğrenmek ister. Bir yarışmanın finalinde, ipi ilk göğüsleyen kişiye muhabir aklına ilk gelen soruyu sorar: “Bu nasıl bir duygu?”
Şampiyon daha soluklanmadan gelen bu soruya cevap bulmakta çoğu kez zorlanır. Deneyimli gazeteciler ise bu tür sorulardan kaçınır. Gerilimli durumlarda daha az önemli görünen ama olaya açıklık getirecek sorularla işe başlanması gerekir. Çünkü bazı soruların cevabı bir söyleşiye değil, bir kitaba bile sığmaz.
İngiliz öykü ve roman yazarı Julian Barnes, bir öyküsünde bu tür bir söyleşiyi şöyle anlatıyor:
“Edebiyat yaşamımın bütün olağan yanlarında fazla aksama olmasa da yazı masamda zaten yeterince şeyin aksamakta olduğunu düşünürüm. Halk önünde okuma günlerinde tutukluk yapan mikrofon, kendi kendini silen teyp; sorularına yanıt vermeye bir ömrün yetmeyeceği gazeteci…
Bir keresinde Paris’te bir otel odasında bir Fransız radyosuyla görüşme yapmıştım. Ses kontrolü yapılıyordu. Kayıt elemanı düğmeye basıyor ve makaralar dönmeye başlarken, görüşmeyi yapan kişi mikrofonla çenemi tıraş ediyordu.
-‘Monsieur Clements’ dedi ve bir çeşit teklifsiz otoriteyle ‘Gerçeklik mi, mit mi?’ diye sordu. Fransızcamın buharlaştığını ve beynimin kuruduğunu hissederek uzunca bir süre ona bakakaldım. Sonunda verebileceğim tek yanıtı verdim: Böylesi soruların ve onlara uygun yanıtların Fransız entelektüellerine kuşkusuz doğal geldiğini ama ben sadece pragmatik bir İngiliz yazarı olduğum için böylesi büyük konulara belki de daha küçük, daha hafif konular üzerinden yaklaşırsa, benden daha iyi bir görüşme çıkarabileceğini belirttim. ‘Bu aynı zamanda,’ diye açıkladım, ‘Fransızcamın pasını silmeme de yardımcı olur.’
Görüş birliği içinde gülümsedi, ses mühendisi kaydı başa aldı ve mikrofon yeniden bilgelik damlalarını yakalayacak bir gözyaşı şişesi gibi yerleştirildi.
-Monsieur Clements. Burada Paris’te bir nisan öğle sonrasında otel odanızda oturmuş bulunuyoruz. Pencere açık ve dışarıda gündelik yaşam akıp gidiyor. Pencerenin karşısında, kapağında uzun bir ayna bulunan bir giysi dolabı var. Giysi dolabının aynasına bakıyorum ve içinde pencerenin dışında akıp giden Paris’in gündelik yaşamının yansıdığını neredeyse görebiliyorum. Evet, Monsieur Clements, ‘Gerçeklik mi, mit mi?’