Buda, Tanrı, bir dağın zirvesinde veya bir çiçeğin yapraklarında olduğu gibi, bir bilgisayarın devrelerinde veya bir çevrim aktarımının dişlilerinde de aynı rahatlıkla oturur. – Ropert Pirsig
Hiç düşündünüz mü: Teknolojinin bütünü ekonomi veya hukuk kadar geniş, çetrefilli ve ilgi çekci olmasına rağmen, üretilmiş eser miktarı garip şekilde çok az. Belli teknolojiler hakkında, özelilkle bilgi işlem ve biyoteknoloji gibi revaçta olanlarla ilgili yığınla kitap (ve sürüsüne bereket ders kitabı) var, ama teknolojinin, inovasyonun ve teknolojilerin evriminin doğasıyla ilgili çok az kaynak var.
Henüz “teknoloji” kelimesinin ne anlama geldiğiyle ilgili görüş birliğimiz, teknolojilerin nasıl meydana geldiğiyle ilgili geniş kapsamlı bir fikrimiz, “inovasyonun” neleri içerdiğiyle ilgili derin bir anlayışımız ve teknolojinin evrimiyle ilgili bir tezimiz yok. Özetle: teknolojiye dair kapsamlı bir teoriden yoksunuz.
Teknoloji tam olarak nedir?
Teknoloji yararlı bulduğumuz bir şey olsa da, dünyamızın arka planında unutulup giden bir “kimya”. Yine de dünyamızın arka planında unutulup giden bu şey aynı zamanda bu dünyayı da yaratıyor. Bizi ortaçağdan ayıran şey teknolojidir; doğrusunu isterseniz, 50.000 ya da daha fazla yıl önceki yaşam biçimimizden bizi ayıran şey budur. Teknolojinin, dünyamızın yaratılmasında diğer her şeyden daha çok katkısı vardır. Servetimizi, ekonomimizi, varoluş biçimimizi o yaratır. O halde, bu kadar büyük öneme sahip olan bu şey tam olarak nedir? Teknoloji doğasında, en derin özünde nedir? Nereden gelir? Nasıl evrilir?
Teknoloji, şüphesiz, hayatımızı iki ya da üç yüzyıl önce yaşayan atalarımızınkinden çok daha konforlu kıldı; bize refah getirdi. Ama aynı zamanda derin bir tedirginliğe de neden oldu. Bu tedirginlik, teknolojinin çözdüğü her sorun için yeni bir soruna neden olduğu korkusuyla ilgili değil. Daha derin ve daha bilinçaltı bir kaynaktan fışkırıyor. Teknolojiye umut bağlıyoruz. Teknolojinin, hayatlarımızı daha iyi bir hale getireceğini, sorunlarımızı çözeceğini, bizi zor durumlardan kurtaracağını, kendimiz ve çocuklarımız için istediğimiz geleceği bize sunacağını ümit ediyoruz. Yine de, insanlık olarak, umutlarımızı bağladığımız bu şeye—teknolojiye—değil de başka bir şeye ayak uyduruyoruz.
Varlığımızın en derininde doğaya, bizi ilk çevreleyen şeye, insanlık olarak esas durumumuza uyum sağlıyoruz. Doğaya aşinalığımız, üç milyon yıldır evimizde olmamızdan kaynaklanan güvenimiz var. Doğaya güveniyoruz. Kök hücre yenilenmesi terapisi gibi bir teknolojiyle karşılaştığımızda umutla doluyoruz. Ama hemen sonra bu teknolojinin ne kadar doğal olduğunu sorguluyoruz. Böylece iki muazzam ve bilinçaltı kuvvetin arasında kalıyoruz: İnsanlık olarak en derin ümitlerimizi teknolojiye, ama en derin güvenimizi doğaya bağlıyoruz.
Teknoloji sürekli olarak zamanımızın baskın meselelerini ve büyük değişimlerini yaratıyor. Makinelerin doğal olanı geliştirdiği—hareketlerimizi hızlandırdığı, ter dökmemize lüzum bırakmadığı, kıyafetlerimizi diktiği—bir çağdan, teknolojilerin doğal olana benzediği veya onun yerini aldığı—genetik mühendisliği, yapay zekâ, vücutlarımıza yerleştirilen tıbbi aygıtlar—bir çağa ilerliyoruz. Bu teknolojileri kullanmayı öğrendikçe, doğayı kullanmaktan doğaya doğrudan müdahale etmeye geçiş yapıyoruz. Bu nedenle bu yüzyılın hikâyesi, teknolojinin neler sunduğu ve bizim kendimizi nelerle rahat hissettiğimiz arasındaki uyuşmazlık olacak.
Bir kitap, peşinden gitmeniz için sizi çağırıyor
Brian Arthur, bilinçaltımızda işte böylesi bir tedirginliğe neden olan bir şeyi anlama çabasının bir ürünü olarak Teknolojinin Doğası’nı yazdı. Stanford Üniversitesinde profesör olarak çalışan ve Schumpeter İktisat Ödülüne layık görülen Arthur, bu kitabıyla filozoflar, mühendisler, sosyal bilimciler ve tarihçilerden oluşan küçük bir düşünürler zümresi tarafından yürütülen teknoloji tartışmasını olağanüstü bir boyuta taşıyor.
Tüm dünyada teknolojinin arkasında yatan derin sorulara yanıt arayan, teknolojinin kökeni, evrimi ve işleyişine dair bir teknoloji teorisi ortaya atan ilk kitap olma özelliğini taşıyan bu eser, teknolojinin bir mekanizma olduğu kadar, bir metabolizma olduğunu da hissedenler için bulunmaz bir nimet. Teknolojiyi kimliği belirsiz ve iradeyi yıkan bir şey olarak mı, yoksa organik ve yaşam kalitesini artıran bir şey olarak mı kabul edeceğiz? Yanıtları bu kitapta.
Son bir not:
Bu kitap teknoloji tarihi değil, literatür incelemesi değil, icadın sosyolojisini ele almıyor, mühendislik süreçlerini anlatmıyor, teknolojinin sunduğu vaat ve tehditlerle çok ilgilenmiyor, mevcut veya hazırlık aşamasındaki teknolojileri anlatmıyor, bunlara olsa olsa sadece geçerken değiniyor. Aklınızda bulunsun.