Ulusal Ekonomi Konseyi Başkanı Gary Cohn’ın ardından Rex Tillerson’ın da aniden Dışişleri Bakanlığından istifa etmesiyle Beyaz Saray’daki dünyanın geri kalan kısmının güvenebileceği son iki pragmatist de ayrılmış oldu. Bu iki istifayla Amerika’nın güvenilirliği bir darbe daha aldı.
Aynı şekilde, küresel istikrarı yeniden sağlayabilecek tek gücün Amerikan yönetimi olduğu ve Amerikan liderliği sendelerse tüm dünyanın da sendeleyeceği şeklindeki Washington’da derinden beslenen inanç da sarsıldı.
Peki, ya bunun tam tersi doğruysa… Ya dünya tek kutupluluktan çok kutupluluğa dönüşme kapasitesine sahipse, yeni jeopolitik döneme kılavuzluk edecek yeni bir yapı yeni kurumlar tarafından giderek çatılabilecekse. Kuşkusuz bu görüş Washington’da çoğu kişiye ilkel, hatta acayip gelecektir. Ama daha fazlasını duymalılar.
Bu sav hakikate, onların kabul etmeye yanaşabileceğinden çok daha yakın. Birkaç olgu: Geçen hafta Transpasifik Partnerlik Ticaret (TPP) Anlaşmasının; ABD hariç; tüm üyeleri anlaşmayı tamamlamak üzere Şili’de bir araya geldiler.
Amerika’nın bir zamanlar ihracatı artırmak ve ekonomileri liberalleştirmek için bir araç olarak desteklediği ticaret bölgesi şimdi artık ABD’nin desteği olmadan ihracatı artıracak ve ekonomileri liberalleştirecek.
Üstelik TPP şu anda gerçekleşmekte olan en önemli ticaret anlaşması da değil. Hindistan; Japonya ve Avustralya üçgenindeki tüm ülkeleri kapsayan Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Partnerlik bugün dünyadaki ekonomik bölgeler içinde en büyük küresel gayrisafi yurt içi hasılaya sahip bölge. Bunun itici kuvveti de Asyalılar.
Üç kutuplu dünya
Jeopolitik çarklar yavaş döner ama döner. Amerika Avrupa’nın bir kolonisi olarak başladı, sonra onun hamisi oldu, şimdi ise Avrupa’nın bir eşiti konumunda. Avrupa geçmişte Asya’ya hükmederdi ama şimdi onun partneri haline geldi. Amerika da onlarca yıl Asya’nın düzenini biçimlendirdi ama şimdi Asya kendi düzenini kuruyor. Savaş sonrası dönemde Amerika tarafından güdülen her iki bölge de (Avrupa ve Asya) şimdi onunla eşit konumda. Dünya böyle oldu.
Hiçbir kıtanın diğerlerine tam olarak bir şey dayatamadığı üç kutuplu bir dünyada yaşıyoruz ve bunlar arasında yeni saflaşmalar ortaya çıkabilir. Örnek olarak dünya tarihinin en hızlı büyüyen çok taraflı kuruluşu olan Asya Altyapı Yatırım Bankasını alın. 2014’te kuruldu, şimdiden 80 üyesi var ve bunların çoğu dünyanın en büyük kara parçası olan Avrasya’da yer alıyor.
Avrupa ülkeleri Çin’in sponsorluğundaki bu yeni kuruma ABD’nin itirazına rağmen coşkuyla katıldı. Bu da Avrasya İpek Yolu’nun yapımını hızlandırdı. Bu yol üzerindeki yıllık ticaret hacmi daha şimdiden yaklaşık 2 trilyon dolara ulaştı, oysa Trans-Atlantik’te yıllık ticaret hacmi 1,1 trilyon dolar.
ABD, küresel GSYİH büyümesine, dolayısıyla kendi ticari çıkarlarına ivme kazandıracak bir inisiyatifi engellemek isteyebilir mi? İstememesi gerekir elbette, ancak Washington’ın tehdit-enflasyon sarmalı böyle çalışmıyor. Daha da önemlisi, kimse Washington’un ne düşündüğüne artık aldırmıyor. O nedenle Başkan Trump’ın Asya Altyapı Yatırım Bankası’na ABD’nin de katılmasını dikkate alabileceği söylentilerinin de pek bir etkisi olmuyor.
Bu söylenenler Yeni İpek Yolu’nda hiç tümsek olmayacağı anlamına gelmiyor. Ancak Asya’ya Amerika merkezli bir bakışın bölgenin geleceğini öngörmede hiçbir geçerliliği yoktur. Asya’da gerçek hikâye Amerika’ya karşı Çin değil, alışılmış ittifak anlaşmaları olmadan oluşmakta olan dengelerdir. Japonya Vietnam’a savaş gemi ve uçakları kiralıyor ve Endonezya’nın deniz devriyelerini destekliyor. Hindistan da Vietnam ve Endonezya ile askeri işbirliği başlattı. Son ikisi Filipinler’le birlikte Rusya’dan giderek daha çok donanım satın alıyor.
ABD Rusya’yı Çin’in müttefiki gibi göstermeye çalışsa da Rusya aslında Güney Asya’daki ülkelere kendilerini Çin’in aşırı hak ihlallerine karşı korumaları için yardımcı oluyor.
Washington’daki gerçeklikten kopuk yorumcular Asya’yı birbiri ardına Çin’in kucağına düşen domino taşları gibi resmetse de Asya aslında çok daha dinamik bir sahne oluşturuyor.
Bölgenin gelecekteki yapısının tek kutuplu bir hegemonyayı yansıtması olası görünmüyor.
Asya akıllı bir şekilde kendine Çin’e boyun eğecek değil uyum sağlayacak bir düzen inşa etmekte. Binlerce yıllık tarih bunun şeylerin doğal düzeni olduğunu gösteriyor. Washington’dan işaret beklemeye burada ihtiyaç yok.
Yapısal değişimler
Trump ile Kim Jong Un ne zaman buluşursa buluşsun ve aralarında nasıl bir görüşme olursa olsun bu trend güçlenmeye devam edecektir. Kaldı ki daha düne kadar Çin ile Güney Kore doğrudan diyaloğu savunurken ABD buna direniyordu.
Kuzey Kore konusunda Trump kendisinin sürücü koltuğunda oturuyor olduğunu sanabilir ama bir süredir navigasyonu sağlayanlar Asyalılar. Ve eğer Kuzey ve Güney Kore’nin barışçı yeniden birleşmesi yönünde bir gelişme sağlanacak olursa Amerika’nın Güney Kore’de büyük askeri birlikler bulundurması ve Yüksek İrtifa Savunma füze sistemi konuşlandırmasının gerekçeleri önemli ölçüde zayıflayacaktır. Bu anlamda Amerika’nın yapabileceği en bilgece şey kendisini Asya için daha az geçerli hale getirmektir.
Amerikan başkanının–kim olursa olsun–Amerika’nın küresel itibarını ve liderliğini yeniden tesis edeceği şeklindeki naif görüşe karşı dikkatli olmalıyız. Jeopolitik böyle işlemez. Şu anda Amerika’nın çevresinden dolanan bağlantılar kuruluyor, ilişkiler geliştiriliyor, anlaşmalar bağlanıyor ve bunların katılımcılarının yönlerini değiştirmesi için herhangi bir neden yok.
Asya, Ortadoğu ve Afrika’ya sermaye akışları daha da genişleyecek. Afro-Avrasya alanındaki birçok ülke Amerikan hazine bonosu alımlarını, ya Asya’yla ticaretleri artarken ABD ile azaldığı ya da meta fiyatları düştüğü ve bütçelerini dengelemek için sermaye çekmeye ihtiyaç duydukları için, azaltmış bulunuyor.
Bunlar, Amerika politik çevrimlerinin üzerlerinde Amerikan medyasının inanmamızı istediğinden çok daha az etkisi olduğu yapısal değişimler. Belki de bir sonraki ABD başkanının dünyayı kurtarmaya çalışmak yerine Amerika’yı kurtarmaya odaklanması gerekecek.
Kaynak: Politico Magazine/Prag Hanna