Çin’in Uzun Vadeli Ortadoğu Oyunu

haziran-blog-yazi2-1

Çin, yıllardır Ortadoğu’daki bölgesel anlaşmazlıkların dışında kaldı. Ancak son dönemde, geniş çaplı uluslararası altyapı planıyla katılımını artırıyor ve etkili bir güç olmaya kararlı.

Sınırlar arası: Eğer başarılı olursa, bunun en önemli nedeni Çin’in tarafsız kalması ve Ortadoğu’dan düşman edinmemesi olacaktır. Asıl soru bunun ne kadar sürebileceğidir.

Genel görünüm: Atlantik Konseyi’nin İran Girişimi’ne öncülük eden Barbara Slavin, Ortadoğu ülkelerinin Çin’in neyin peşinde olduğunu merak ettiğini, fakat hepsinin riskten korunmayı amaçladığını söylüyor. Yine de Cumhurbaşkanı Xi Jinping liderliğinin Trump’tan çok daha uzun ömürlü olacağından eminler.

ABD’nin İran ile olan anlaşmadan çıkışı, Çin’in yolunu açıyor.

• Pekin, İran ham petrolünün en büyük tüketicisi ve enerji kaynakları için bölgede derinlemesine yatırım yapıyor.
• Washington’un İran’la iş yapan şirket ve ülkeler üzerindeki yaptırımları en çok Avrupa’daki firmaları etkileyecek. Bu, hem ABD’nin yaptırımlarından kaçınmak hem de İran’la olan anlaşmaları bozmak için iyi konumlanmış olan Çin ve Rusya’ya fırsat yaratıyor.
• Çin Ulusal Petrol Şirketi, İran’ın Güney Pars petrol sahasını geliştirmek için, Fransız petrol ve gaz şirketi Total ile ortaklık kurdu. Eğer Total, ABD’nin yaptırımları nedeniyle anlaşmadaki payını kaybederse, Çin devralabilir.

haziran-blog-yazi2-2Çin, Ortadoğu’da paraya ve insan sermayesine yatırım yapıyor.

• Xi’nin liderliğinde Çinliler Arap dünyasına odaklanan yeni düşünce kuruluşları kuruyor ve dil eğitimi konusunda burslar veriyor.
• Çinli girişimciler Ortadoğu’da fabrikalar kuruyor ve açıyor.
• Çin’in Kuşak ve Yol altyapı girişimi içinde yer alan en önemli projelerden biri, Pekin’in Orta Asya’yı Ortadoğu’yla birleştiren bir araç olarak tanımladığı Kazakistan’dan İran’a bir demiryolu.
• Çin, Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE) bölgesel altyapıyı geliştirmede kilit bir ortak olarak görüyor. CNBC, iki ülkenin de bir “Kuşak ve Yol Mübadelesi”ne imza atmaya yakın olduğunu bildiriyor.
• Şu anda Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezinde bulunan eski CIA Çin Analisti Chris Johnson, “Çin, BAE’yi etkili ama aynı zamanda küçük olarak görüyor… Belki de ayak parmaklarını daldırmak için şirin bir yüzme havuzu” diyor.

Çin, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bir deniz gücü olarak büyüyor.

• Şu anda Amerikan Girişimcileri Enstitüsünde bulunan, önceden de Savunma Bakanlığında Çin direktörlüğü yapmış olan Dan Blumenthal, geçtiğimiz on yıl içinde Çin’in bölgedeki deniz varlığını artırmak için küresel bir korsanlıkla mücadele başlattığını Axios’a anlattı.

• Çin, korsanlıkla mücadele çabalarının bir parçası olarak Körfez ülkeleriyle lojistik ve enerji amaçları için ilişkiler geliştirdi ve bu ilişkiler, Cibuti’de tam bir askeri üs inşa eden Çin ile doruğa ulaştı. Mayıs ayının başlarında, Çin, Cibuti üssünden ABD askeri uçaklarına askeri tip lazerler tuttu.

Pekin, Ortadoğu’da düşman edinmedi-henüz.

• Blumenthal, “Çin hâlâ bedavacı. Asla zorlu bir karar almayacaklardır… İran-Körfez bölünmesinin her iki tarafına da oynadılar, Suriye’de ellerini kirletmeyeceklerdir” diyor. Güney Çin Sabah Postası, Çin’in 1971’den beri BM Güvenlik Konseyi’nde kullandığı 11 veto yetkisinden altısının Suriye’yle ilgili kararlar üzerine olduğunu kaydetti.
• Ancak yurtdışında yaşayan Çinli vatandaşlara, teröristler tarafından saldırılar gerçekleştiriliyor ve Pekin’in kuzeybatı Çin’deki Müslüman Uygurlara karşı insan hakları ihlalleri geçmişi var. Blumenthal, “Çin, Müslüman hakları konusunda dünyadaki en kötü sicillerden birine sahip” diyor.

“Soru şu: Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkeler bunu ne kadar süre görmezden gelirler?”

Kaynak: Axios
Yazar: Erica Pandey

Kusura Bakma Washington, Dünyanın Artık Sana İhtiyacı Yok!

111

Ulusal Ekonomi Konseyi Başkanı Gary Cohn’ın ardından Rex Tillerson’ın da aniden Dışişleri Bakanlığından istifa etmesiyle Beyaz Saray’daki dünyanın geri kalan kısmının güvenebileceği son iki pragmatist de ayrılmış oldu. Bu iki istifayla Amerika’nın güvenilirliği bir darbe daha aldı.

Aynı şekilde, küresel istikrarı yeniden sağlayabilecek tek gücün Amerikan yönetimi olduğu ve Amerikan liderliği sendelerse tüm dünyanın da sendeleyeceği şeklindeki Washington’da derinden beslenen inanç da sarsıldı.

Peki, ya bunun tam tersi doğruysa… Ya dünya tek kutupluluktan çok kutupluluğa dönüşme kapasitesine sahipse, yeni jeopolitik döneme kılavuzluk edecek yeni bir yapı yeni kurumlar tarafından giderek çatılabilecekse. Kuşkusuz bu görüş Washington’da çoğu kişiye ilkel, hatta acayip gelecektir. Ama daha fazlasını duymalılar.

Bu sav hakikate, onların kabul etmeye yanaşabileceğinden çok daha yakın. Birkaç olgu: Geçen hafta Transpasifik Partnerlik Ticaret (TPP) Anlaşmasının; ABD hariç; tüm üyeleri anlaşmayı tamamlamak üzere Şili’de bir araya geldiler.

Amerika’nın bir zamanlar ihracatı artırmak ve ekonomileri liberalleştirmek için bir araç olarak desteklediği ticaret bölgesi şimdi artık ABD’nin desteği olmadan ihracatı artıracak ve ekonomileri liberalleştirecek.

Üstelik TPP şu anda gerçekleşmekte olan en önemli ticaret anlaşması da değil. Hindistan; Japonya ve Avustralya üçgenindeki tüm ülkeleri kapsayan Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Partnerlik bugün dünyadaki ekonomik bölgeler içinde en büyük küresel gayrisafi yurt içi hasılaya sahip bölge. Bunun itici kuvveti de Asyalılar.

Üç kutuplu dünya

Jeopolitik çarklar yavaş döner ama döner. Amerika Avrupa’nın bir kolonisi olarak başladı, sonra onun hamisi oldu, şimdi ise Avrupa’nın bir eşiti konumunda. Avrupa geçmişte Asya’ya hükmederdi ama şimdi onun partneri haline geldi. Amerika da onlarca yıl Asya’nın düzenini biçimlendirdi ama şimdi Asya kendi düzenini kuruyor. Savaş sonrası dönemde Amerika tarafından güdülen her iki bölge de (Avrupa ve Asya) şimdi onunla eşit konumda. Dünya böyle oldu.

112

Hiçbir kıtanın diğerlerine tam olarak bir şey dayatamadığı üç kutuplu bir dünyada yaşıyoruz ve bunlar arasında yeni saflaşmalar ortaya çıkabilir. Örnek olarak dünya tarihinin en hızlı büyüyen çok taraflı kuruluşu olan Asya Altyapı Yatırım Bankasını alın. 2014’te kuruldu, şimdiden 80 üyesi var ve bunların çoğu dünyanın en büyük kara parçası olan Avrasya’da yer alıyor.

Avrupa ülkeleri Çin’in sponsorluğundaki bu yeni kuruma ABD’nin itirazına rağmen coşkuyla katıldı. Bu da Avrasya İpek Yolu’nun yapımını hızlandırdı. Bu yol üzerindeki yıllık ticaret hacmi daha şimdiden yaklaşık 2 trilyon dolara ulaştı, oysa Trans-Atlantik’te yıllık ticaret hacmi 1,1 trilyon dolar.

ABD, küresel GSYİH büyümesine, dolayısıyla kendi ticari çıkarlarına ivme kazandıracak bir inisiyatifi engellemek isteyebilir mi? İstememesi gerekir elbette, ancak Washington’ın tehdit-enflasyon sarmalı böyle çalışmıyor. Daha da önemlisi, kimse Washington’un ne düşündüğüne artık aldırmıyor. O nedenle Başkan Trump’ın Asya Altyapı Yatırım Bankası’na ABD’nin de katılmasını dikkate alabileceği söylentilerinin de pek bir etkisi olmuyor.

Bu söylenenler Yeni İpek Yolu’nda hiç tümsek olmayacağı anlamına gelmiyor. Ancak Asya’ya Amerika merkezli bir bakışın bölgenin geleceğini öngörmede hiçbir geçerliliği yoktur. Asya’da gerçek hikâye Amerika’ya karşı Çin değil, alışılmış ittifak anlaşmaları olmadan oluşmakta olan dengelerdir. Japonya Vietnam’a savaş gemi ve uçakları kiralıyor ve Endonezya’nın deniz devriyelerini destekliyor. Hindistan da Vietnam ve Endonezya ile askeri işbirliği başlattı. Son ikisi Filipinler’le birlikte Rusya’dan giderek daha çok donanım satın alıyor.

ABD Rusya’yı Çin’in müttefiki gibi göstermeye çalışsa da Rusya aslında Güney Asya’daki ülkelere kendilerini Çin’in aşırı hak ihlallerine karşı korumaları için yardımcı oluyor.

113Washington’daki gerçeklikten kopuk yorumcular Asya’yı birbiri ardına Çin’in kucağına düşen domino taşları gibi resmetse de Asya aslında çok daha dinamik bir sahne oluşturuyor.

Bölgenin gelecekteki yapısının tek kutuplu bir hegemonyayı yansıtması olası görünmüyor.

Asya akıllı bir şekilde kendine Çin’e boyun eğecek değil uyum sağlayacak bir düzen inşa etmekte. Binlerce yıllık tarih bunun şeylerin doğal düzeni olduğunu gösteriyor. Washington’dan işaret beklemeye burada ihtiyaç yok.

Yapısal değişimler

Trump ile Kim Jong Un ne zaman buluşursa buluşsun ve aralarında nasıl bir görüşme olursa olsun bu trend güçlenmeye devam edecektir. Kaldı ki daha düne kadar Çin ile Güney Kore doğrudan diyaloğu savunurken ABD buna direniyordu.

Kuzey Kore konusunda Trump kendisinin sürücü koltuğunda oturuyor olduğunu sanabilir ama bir süredir navigasyonu sağlayanlar Asyalılar. Ve eğer Kuzey ve Güney Kore’nin barışçı yeniden birleşmesi yönünde bir gelişme sağlanacak olursa Amerika’nın Güney Kore’de büyük askeri birlikler bulundurması ve Yüksek İrtifa Savunma füze sistemi konuşlandırmasının gerekçeleri önemli ölçüde zayıflayacaktır. Bu anlamda Amerika’nın yapabileceği en bilgece şey kendisini Asya için daha az geçerli hale getirmektir.

Amerikan başkanının–kim olursa olsun–Amerika’nın küresel itibarını ve liderliğini yeniden tesis edeceği şeklindeki naif görüşe karşı dikkatli olmalıyız. Jeopolitik böyle işlemez. Şu anda Amerika’nın çevresinden dolanan bağlantılar kuruluyor, ilişkiler geliştiriliyor, anlaşmalar bağlanıyor ve bunların katılımcılarının yönlerini değiştirmesi için herhangi bir neden yok.

Asya, Ortadoğu ve Afrika’ya sermaye akışları daha da genişleyecek. Afro-Avrasya alanındaki birçok ülke Amerikan hazine bonosu alımlarını, ya Asya’yla ticaretleri artarken ABD ile azaldığı ya da meta fiyatları düştüğü ve bütçelerini dengelemek için sermaye çekmeye ihtiyaç duydukları için, azaltmış bulunuyor.

Bunlar, Amerika politik çevrimlerinin üzerlerinde Amerikan medyasının inanmamızı istediğinden çok daha az etkisi olduğu yapısal değişimler. Belki de bir sonraki ABD başkanının dünyayı kurtarmaya çalışmak yerine Amerika’yı kurtarmaya odaklanması gerekecek.

Kaynak: Politico Magazine/Prag Hanna

“Yeniden Düşünürken” ve Bizim Köyün Çocuğu

Meraklarımız algılarımızı geliştirir; algılarımız bilgimizin sınırlarını çizer; bilgilerimiz dilimizi zenginleştirir; dilimiz düşüncelerimizi ve değerlerimizi olgunlaştırır; değerlerimiz olay ve olgulara karşı tepkilerimizin, yani davranışlarımızın sınırlarını belirler. Değinilen evrensel adımlar insanları yaratmak istedikleri sonuca götüren “yol haritalarını” çizer. Bu yol, ” uzun ve incedir” ama kendine özgü rutininden de çok sapmalar yapmaz. Yollarında bilerek yürüyenler değerler ve kaynaklarının farkında olduklarından “uygarlık” dediğimiz birikimin, bilincin, bakış açısının, beklentilerin, buluşların ve bereketin yaratıcısı ve geliştirici olurlar. Bir insan çabasını değerlendirirken, insanlığı zenginleştiren temel özün ölçülerini kullanmamız gerekir; soyut, ölçü koymadan ve gerekçe söylemeden yapılan değerlendirmeler değer üretemediği gibi, anlamlı da olamaz…

Babamın yerleşik bir toplum olan atalarından miras aldığı, bana miras olarak bıraktığı, ilke kıvamındaki öğütlerinden biri “Ev danasından öküz olmaz!” sözüdür. Karadeniz’in yüksek yaylalarında yaşayanlar, aynı sözü ” Ev tosunundan öküz olmaz!” diye bir nesilden ötekine aktarır.

Adı Peter değilse…

Adı Johnson, Peter, Gery, Edward, Victor olan, bize “guru” olarak tanıtılan nicelerinin yazdıklarını büyük bir merakla okumuş, anlattıkların dinlemişizdir. Çoğumuz, başlangıçta söylenenlere ve yazılanlara karşı zihnimizde tortulanmış ön yargıların tuzağına düşmemek için özel çaba harcamışızdır. Kitap okunup bittikten, altını çizdiklerimizin bir dökümünü yaptıktan sonra, olabildiğince nesnel olmaya çaba göstererek genellemeler yaptığımızda, anlatımız arasında şöyle bir cümle de vardır: “Abartıldığı kadar yeni şey söylenmiyor!”

İçimizden biri çıkar da, dünyada olup bitenleri anlamaya çalışır; zamana kıyar, kendini kağıt ve kalem arasına sıkıştırır; düşüncelerini yazarsa, o bizim evin çocuğu olduğu için yabancıların söylediklerine gösterdiğimiz ilgiyi ve özeni kendisinden esirgeriz. O evimizde yetiştiği için “guru” olma hakkına sahip değilmiş gibi, kasaba kültürü algısının tuzağına düşeriz. Bu topraklarda, kendimizden olanı küçümseme eğilimi hem yaygındır; hem de tedavisi güç olan hastalıklarımızdan biridir.
Zülfü Dicleli’nin ” Dünyayı Anlamak ve Değiştirmek Üzerine Yeniden Düşünürken” adlı kitabını okuduktan sonra önemli bulduğum noktaların listesini yaptım. Oldukça geniş olan ilgi alanımın kapsamındaki hangi konulara değindiğini, hangilerine değinmediğini kavramak için bir süre ara verdikten sonra dingin bir ortamda aldığım notları tekrar gözden geçirdim. Japon, Amerikalı, Avrupa’nın herhangi bir ülkesinden, Hintli ya da Singapurlu düşünce insanlarının yazdıklarından eksiği olmayan bir düşünme gayreti ve düzeyi buldum. Üstüne üstlük bizim topraklarımızda yetişmiş, siyasi kavgalarımızın içinde olmuş, “demir kapı, kör pencere” arkasında hayatı anlamış, kültürel önyargılarımızın çile duvarlarına çarpmış, yerleşik doğrularımızın yarattığı karanlık dünyaların israf ettiği insanlarımızla birlikte savaşım vermiş dokusu bizden, kokusu bizden birinin emeğinin sıcaklığını hissettim.

Tercüme kültürden, kendi kültürümüze dönüş

Kitapta geniş bir merak alanında çok farklı sorunlara değiniliyor: “Dünyayı yeniden icat etmek gerekiyor” diye bizi uyarıyor; Sanayi Toplumu aşamasından Bilgi Toplumu aşamasına geçiş sürecinin yarattığı eğilimleri irdeliyor… Göçlerin ve kentleşmenin gündemimize koyduğu sorunları değerlendiriyor. Başta ulus-devlet algısındaki değişme olmak üzere en üst düzeyden en küçük ayrıntıya örgütlenme yapısındaki çözülme ve yeniden örülmenin etkilerini tartışıyor. Teknolojik değişmelerin yarattığı sıçramaları, orta sınıfın tüketici değer, beklenti ve davranışları üzerine etkilerini, bireysel planda ve sistem bağlamında gündemin önemli sorunlarını teker teker ele alarak kendi bakış açısından çözümleme yapıyor; olası gelişmeler hakkında öngörülerini sıralıyor.

Kitap, üretim-odaklı anlayışın önemi, önce üretme sonra paylaşma algısına geçmenin gerekliliği, cemaatleşme eğilimi, ekonomide güç odağı değişmesi vb. gelişmiş, gelişmekte olan ve geri kalmış ülkelerde tartışılan sorunların birçoğuna ilişkin değişik açılardan değerlendirmelerle dolu…

Zülfü Dicleli bilgi hazinemize yeni değerler ekliyor: “Bilgileşmeyi, bilgeleşmeyle tamamlamanın” ne denli önemli bir zenginlik üretme kaynağı olduğunu anlatmaya, kanıtlamaya, bizleri bu yeni oluşumla tanıştırmaya çabalıyor.

Durup, düşündüm: Zülfü Dicleli’nin analizlerinin L. Thomas Friedman’dan, Paul Kruger’den, Ferid Zekeriya’dan, Martin Wolf’dan ve diğerlerinden bir farkı var mı? Zihnimin derinliklerinden gelen ses “yok” diyordu. O zaman aklımın şeytanı dörttü: “Başkalarının gurularına gösterdiğimiz ilginin birazını da kendi içimizden yetişmiş insanlara gösterelim” dedi. Ve ekledi, ” Belki o zaman son 250 yıldır sorunlarımızı çözdüğünü söyleyemeyeceğiz ‘tercüme kültürden’, kendi kültürümüze” dönüş yapabiliriz.”

Rüştü Bozkurt, 23.08.2012

Kaynak: Buzdağının Dibi / Dünya Gazetesi

Yeni Sol ve Siyaset Üzerine Düşünce Egzersizi

Yeşiller Partisi eşsözcüsü Sosyolog Yüksel Selek, Yeşil Gazete’deki köşesinde Zülfü Dicleli’nin “Yeniden Düşünürken” isimli kitabı hakkındaki düşüncelerini yazdı.

***

“Anlamak….gideni ve gelmekte olanı,” demişti Nazım bir dizesinde, yanlış hatırlamıyorsam, ama bu entellektüel uğraşın bir ‘ince zenaat’ olduğundan eminim. Eğer bu zihinsel yetkinlik, dünyayı değiştirme uğraşına bir ömür verilerek kazanılmışsa dile gelen analizler ve geleceğe ilişkin projeksiyonlar özel bir önem kazanıyor. Zülfü Dicleli, tam da böyle bir deneyimden damıttığı düşüncelerini içeren yazılarını, konuşmalarını nihayet bir kitapta topladı. Dünyayı Anlamak ve Değiştirmek Üzerine YENİDEN DÜŞÜNÜRKEN, başlıklı kitap Haziran 2012’de, eşi Ayşe Bilge Dicleli’yle birlikte yönettikleri Optimist Yayınları’ndan çıktı. Dicleli’nin son 20 yıllık yazı ve konuşmalarını içeren kitap değişen dünyayı anlama kılavuzu gibi de okunabilir.

Zülfü Dicleli’nin 1960’larda gençlik hareketleri içinde yer alarak başlayan dünyayı değiştirme serüveni, 12 Mart döneminde THKP-C ve Dev-Genç davalarından iki buçuk yıl tutukluluğun ardından, 1977’de illegal Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyeliği ile devam etti. 1982’de Partinin MK üyeliğine, 87’de Polit Büro üyeliğine seçildi. 1988’de Türkiye İşçi Partisi ile TKP’nin birleşme kongresinde Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) Polit Bürosuna seçildi. TBKP’nin Türkiye’de resmen kuruluşunda yasal kurucular arasında yer aldı. 1993’de Yeni Demokrasi Hareketi’nin (YDH) ilk kurucularından biri oldu.  Bu uzun siyasi mücadelenin 1979-1989 arasındaki on yılını Almanya’da geçirdi. Siyasal çalışmaları arasına, 1976-79 arasında DİSK’te uzman olarak görev yapmasını da eklemeliyim. Dicleli çok sayıda kitap çevirdi.

Yeşiller Partisi’nin, oluşumuna öncülük yaptığı “Ekolojik Anayasa Girişimi”nde yer alan, Ekolojik Anayasa Konferansımızın konuşmacılarından olan eşi, Ayşe Bilge Dicleli ile birlikte 1994’ten beri kurumsal yayıncılık yapıyorlar. 2004’ten beri Optimist Yayınları’nı çıkarıyorlar ve 2010’dan beri de, EKO IQ Yeşil İş ve Yeşil Yaşam dergisini ve kitaplarını yayımlıyorlar.

Eh…gerçekten de uzun ve yoğun bir siyasal mücadele ve entellektüel birikim sonucunda Dicleli’nin söylediklerine kulak vermekte yarar var. Birikimini, görüşlerini son derece açık, duru bir dille ifade ediyor.  Dürüst ve cesur. Hiç sakınmadan, kim ne der, nasıl tepkiler alırım endişesine kapılmadan, lafı dolandırmadan söylüyor.

“Sunuş” yazısının ilk paragrafında, “İnsanlık tarihinin neredeyse son 500 yılını kapsayan Batı merkezli Modernizm çağının sonuna geldik. İnsanlık tarihsel bir eşikte bulunuyor. Daha birkaç on yıl sürecek gibi görünen bu eşiğin ötesinde, bir ihtimal yeni küresel bir uygarlığa yönelme perspektifi parlıyor,” diyerek söze başlıyan Dicleli, tüm yaklaşımlarına egemen olan geleceğe dair iyimser bakışının işaretini veriyor. Yayınevlerine boşuna “Optimist” adını koymamışlar, demek ki. Bu, boş bir iyimserlik değil kesinlikle. Gideni  ve gelmekte olanı iyi okuyan bir yerden konuşuyor Dicleli.

Kitapta yer alan makale ve konuşma metinleri bugünden geçmişe doğru beş bölüm halinde düzenlenmiş: Yeni bir Aşama; Ezberleri Bozmak; Günümüzün Siyaseti; Sosyalizm, Marksizm ve Gelecek; Değişimin Dinamikleri; Yeni bir siyaset Kültürü.

Yeni bir siyaset kültürü oluşturmayı hedef alan, kendine ‘geleceğin partisi’ deme cesaretini gösteren, Türkiye’de sol muhalefet boşluğunu doldurmaya talip yeni bir oluşum için kolları sıvayan bizler için, Dicleli’nin “Yeniden Düşünürken” kitabını okumak, üzerinde tartışmak yararlı bir temrin oluşturacak, diye düşünüyorum.

Günümüzde Adil ve Yeşil Bir Dünya İçin Mücadele başlığını taşıyan ilk makalenin ara başlıkları dikkat çekici:“Ard arda iflas eden ütopyalar”; “500 yıllık bir dönemin sonu”;” Yeni anlatılar”; ” Bazı genel eğilimler”; “Çözüm gerçekten mümkün”; ” Meydanlar gene dolmaya başladı”; “ İş dünyasında da arayışlar başlıyor” ; “ Sistemler nasıl değişir”; “ Tahakkümden işbirliğine”; “ Bulut bilişim ve sermayenin çeşitlenmesi; Sosyal şirketler”; “Adil toplum”; “Dünyayı değiştirmenin yeni tarzı”; “ Yeşil hareket ve kadın hareketi bize yol gösteriyorlar”; “Bugünden yarını kurmak”.

Bu ara başlıklar bile değişen dünya üzerine bütünsel bir analizle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Yarını bugünden kurmak için verilen mücadeleye ışık tutarken, dünyayı değiştirmekle ilgili motivasyonumuzu yükseltecek ipuçları ve bilgiler veriyor.

Dicleli,“Bugün iki hareketin deneyi çok zengin ve bence işi belirlemiş durumda. Dünyada bir tanesi ekolojik hareket, bir tanesi de kadın hareketidir,” saptamasını yapıyor ve ikisinin de çok sınıflı hareketler olduğunun altını çiziyor.

Yeşil hareket 70’lerde dünyada ortaya çıktı ve bizim ülkemizde de var. Yaklaşık kırk yıl  içinde de dünyayı çok değiştirdi. Kadın hareketi de öyle.Bu hareketlerin “bir merkezi yok,  her sınıftan bugün Türkiye’de girişimci kadın hareketi var. Hep beraber kadın haklarını hızla çoğaltıyorlar ve çok aktörlü, çok sınıflı oldukları için, çok fikirli ve ideolojililer ama yine de birbirlerine tahammül edebiliyor, beraber iş yapabiliyor, belli yolları beraber yürüyebiliyorlar.”

En küçük katkıya bile değer vermek çok önemli, diyen yazar,“Eski anlayışımıza göre kapitalizmi yıkmadan sosyalizm kurulamazdı…… Fakat şimdi, bugünkü değişimler temelinde adil bir topluma hizmet edecek sosyal ekonomik yapıları bugünden kurmak mümkündür. Yani vaktiyle Robert Owen’ın 18. Yüzyıl başlarında denediği gibi, komünler kurmak, alternatif toplumu kapitalizm içinde içinde kurmak o zamanlar mümkün değildi ama bugünkü ekonomik gerçeklikte mümkün ve yapıyorlar da.

Dicleli’nin, dünyayı ve değişimi anlama çabalarının temelinde uzun sosyalist mücadele deneyimi bulunduğu için kitaptaki metinlerin ana temalarını da, sosyalizm ve kapitalizm, sol, liberalizm, sivil toplum üzerine eleştirileri, görüşleri oluşturuyor. Kitabın ‘İçindekiler’ listesine bakınca oldukça ilginç tartışma konuları görüyoruz.

Örneğin, “SolTarihinin 3. Aşamasına adım atıyor”;  “Niçin artık Sosyalist Olunamaz”; “Sürdürülebilir Olmaktan Çıkmış Olan Mevcut Haliyle Kapitalizmdir”; “Küresel Finansal Çöküşün ve Kemalizmin Ardından Siyasetin Yeni Paradigmaları”; “Marks’tan değil Marksizm’den Kurtulmalıyız”ve daha başkaları…

“Sol, Tarihinin 3. Aşamasına Adım Atıyor” başlıklı ilginç makalesinde büyük harflerle şöyle cümle var: “BUGÜN BİR SOL YIKILIRKEN YENİ BİR SOLUN YARATILIŞINI YAŞIYORUZ VE DAHA DA YAŞAYACAĞIZ.” “Solun tarihini, sosyalizm öncesi, 19. Yüzyıl vahşi kapitalizm dönemi ve Fransız Devrimi bağlamında tarif edebilirsek, ikincisini Rus Devrimi bağlamında ele alabiliriz,”diyor ve doğmakta olan yeni sol hakkındaki saptamalarını ve ögörülerini anlatıyor.  Bizler gibi sosyalist/komünist gelenekten gelenlerin böylesi, 3. Aşama Sol’a yapabileceği çok çeşitli katkılar olabilir, diyor.  Bu makalenin Yeşil Gazete okurlarının ilgisini en fazla çekecek olan metinlerden biri olacağını sanıyorum.

Makalelerinde, kapitalizmin bu haliyle sürdürülemez olduğuna, nasıl radikal bir dönüşüm geçirilebilieceği üzerine yoğun bir tartışma yürütüyor.“Bunun için önce onun temel inançlarının, sistemin önkoşullarını oluşturan varsayımların, koordinatlarının değişmesi gerektiğini” söylüyor ve sistemin kendi içinden çıkan değişim dinamiklerinin analizine bol bol yer veriyor.

Solun değişimi doğru okuyabilmesi, anlamlandırabilmesi için öncelikle, düşüncede bir paradigma değişimine gitmesi gerekir, diyor Dicleli. Yeni solun bu değişim trendlerini görebilen, sistemi içinden dönüştürecek reformlar için vizyon geliştirebilen bir sol olacağını belirtiyor ve bu yeni solun dünyada gelişmekte olduğunu söylüyor.

Yeni solun düşünme paradigması için şunları dikkate alması gerektiğini düşünüyor: “Şeyleri (evreni, eko-sistemleri, insan beynini, medyayı, interneti…) şimdiye kadar olduğu gibi merkezi, hiyerarşik, duvar sınırlı sistemler sistemler olarak değil, ilişki ve bağlantı ağları olarak görmek, algılamak ve düşünmek – yatay, merkezsiz, kendi kendine örgütlenen ve geçirgen zar sınırlı, açık ağ sistemleri olarak…[ İnsan da bu ağlardaki, içinden madde, enerji, enformasyon ve sosyal ilişki akışları geçen bir düğüm noktasıdır] Dolayısıyla ekonomik, sosyal, politik, kültürel her türlü örgütlenmenin ve yönetim tarzının böyle bir dönüşüme ihtiyaç duyduğunu görmek gerekiyor.”

“Küresel Finansal Çöküşün Ardından Yeni Paradigmalar”başlıklı, 2009 tarihli konuşmasında, enine boyuna bir durum analizinin ardından, “O zaman mutlaka sürekli reform partisi gibi bir parti lazım, yani işi devamlı reform yapmak olan, sürekli reform peşinde koşan, durmadan bunu yapan bir parti lazım. Japonların fabrikada sürekli iyileştirme teorisi var. Onun gibi sürekli reform,….çünkü her şey hızla değişiyor….her düzeyde iktidarı amaçlayan bir parti değil, bugünden durumu değiştirmeye çalışan bir hareket lazım ve iktidara geldiği zaman da iktidarın kendisini değiştirmeyi, dağıtmayı, parçalamayı, ademi merkezileştirmeye çalışan bir hareket lazı,” diyerek,  yeni sol parti, yeni sol siyasete dair görüşlerine açıklık getiriyor.

Zülfü Dicleli’nin görüşlerine katılsak da katılmasak da, Dünyayı Anlamak ve Değiştirmek Üzerine YENİDEN DÜŞÜNÜRKEN’in değişimi ve gelmekte olanı görmeye çalışmak ve yeni sol ve siyaset üzerine düşünce egzersizi yapmak için çok elverişli bir kitap olduğunu düşünüyorum.

Kaynak: Yeşil Gazete

Dünyayı Anlamak ve Değiştirmek Üzerine

 

Dünya değişiyor. Değişim anlayışımız dönüşüyor…

Yeni oluşan dünyayı daha iyi anlayabilmek ve anlamlandırabilmek için gelişmelere yaklaşım tarzlarımızı ve paradigmalarımızı yeniden düşünmeye ihtiyacımız var.

Gerçekçi ve samimi bir başlangıç için…

 

Detaylı bilgi için: www.optimistkitap.com

 

“Yeniden Düşünürken” (temmuz’12)

Yazar: Zülfü Dicleli

Dünyayı Anlamak ve Değiştirmek Üzerine!

“Benim kuşağım politikayla ilgilenmeye 1960’lı yıllarda başladı. Batı dünyası ile sosyalist ülkeler arasındaki Soğuk Savaşın ve nükleer savaş tehlikesinin en keskin olduğu, Türkiye’de demokrasinin bir gelip bir gittiği yıllardı.

Ne televizyon vardı, ne AVM ne de ATM’ler. Bilgisayar ve internet hayal bile edilmiyordu. Evinize telefon bağlanması için birkaç yıl, pasaport alabilmek için aylarca beklerdiniz. Döviz bulundurmak, yabancı sigara içmek suçtu. Zenginlik az, yoksulluk çoktu.

Bizlere dünya hep öyle gidecek, sol ve sosyalizm yükselmeye devam edecek gibi görünüyordu.

Ne var ki 1980’lerle birlikte dünyada ve Türkiye’de büyük değişimler yaşanmaya başladı. Önce sosyalizmin sonu geldi. 2000’lerde de mevcut haliyle kapitalizm sürdürülemez oldu. Şimdilerde insanlık tarihinin neredeyse son 500 yılını kapsayan Batı merkezli modernizm çağının sonunu yaşıyoruz. Daha birkaç on yıl sürecek gibi görünen bu çağ dönüşümünün ötesinde, bir ihtimal, yeni küresel bir uygarlığa yönelme perspektifi parlıyor.

Bütün bu değişim süreci boyunca birçokları gibi ben de bizim dünyaya, yaşama, sola, sosyalizme ve marksizme ilişkin görüşlerimizi gözden geçirmeye başladım. Türkiye’yi doğru okumayı öğrenmeye, dünyayı anlamak ve değiştirmek sorunsalı üzerine yeniden düşünmeye çalıştım ve çalışıyorum.

Bu kitapta okura son yirmi yıl içinde yazdığım bazı yazılardan ve yaptığım bazı konuşmalardan bir derleme sunuyorum. Bunların hepsi de ülkemizin ve dünyanın yaşamakta olduğu bu derin değişim sürecinin değişik yönlerini anlamaya ve anlamlandırmaya, yeni bir anlatı geliştirmeye katkı denemeleridir.”

 Zülfü Dicleli

 

(Detaylı bilgi için lütfen kapak görseline tıklayınız)