ÜN’LÜLERİN KALEMİNDEN

Necip Fazıl’ın “Tomurcuk derdinde olmayan ağaç odundur” sözünden hareketle; odun olmamak, tomurcukları büyütmek… Üstelik bu iklimde sevmek, bıkmadan usanmadan sevmek… Yazın sıcağına, kışın zemheri soğuğuna hazırlamak tomurcuğu… Su olabilmek örneğin, toprak olmak, ışık olmak…

Tomurcuk derdinde olan soylu insanlara; öğretmen olabilme, öğretmen olarak yaşayabilme ve ölünceye kadar öğretmen kalabilme çabası içinde olanlara ve öğretmenliğin kutsiyetine inananlara selam olsun…

Biz bir eğitim kurumuysak ve eğitimciysek; hayatı birlikte anlamlandırmak ve sizleri hayata hazırlamak adına hayatın ta kendisi olmak istiyoruz. Biz ÜN’lüler; tartışma olmadan fikir üretimi gerçekleşmez dedik ve “düşünelim, araştıralım” diyerek çıktık yola.

Çünkü farkındaydık; fikirlerini ifade etmeyen bir insanın özgüveni, konuşma yeteneği, yaratıcılık yönü gelişemezdi. Bizim öğrencilik dönemlerimizde de birçoğumuz üretmek yerine üretilmişi kullanmadık mı? Hani nerede kalıpları kıran, ezberleri bozan, sunulan düşünceleri sorgulayan, fikir üreten insanlarımız?

Bizler bu projeyle 21. yy becerileri içinde önemli bir yere sahip olan “problem çözme” yetisini tomurcuklarımızın öz suyuna katalım dedik.

Kısacası; bir hayat amaçları olsun istiyoruz…

Biz ÜN’lüler; yangına, serçenin ağzında taşıdığı su misali müdahale etmeye çalıştık. Öğrenci, öğretmen ve velilere bir ‘’soru cümlesi’’ verildi ve kendi fikirlerini sunma fırsatı buldular. Tüm okul olarak kalemimizi konuşturup yaratıcılığımızı artırma fırsatı yakaladık. Kendi çözüm önerilerimizi önce kendi hayatımıza adapte edeceğimizin de sözünü verdik. Mahatma Gandhi der ki: “Dünyada görmeyi arzu ettiğimiz değişimin kendisi olmazsak, değişim hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir.”

Amatör olarak başladığımız bu serüvende, hayatlarımızı ustalaştırmak temennisiyle…

Özel ÜN OKULLARI

UNlulerin_Kaleminden_K2

 

KERVAN YOLDA DÜZÜLÜR

Bir işe başlarken neden “hele bir başlayalım da gerisini bir şekilde hallederiz” deme eğilimindeyiz?

Türkiye’de işleri ve projeleri yönetirken diğer ülkelere kıyasla neleri farklı yapıyoruz? Peki ya bu farkların sebebi ne?

“Kervan Yolda Düzülür” işte tüm bu sorulara yanıt veren keyifli bir kitap.

Türk işi proje yönetiminin manifestosunu gerçek hayattan anlaşılır örneklerle ve rahat okunan bir dille anlatıyor. Üstelik dünyanın önde gelen yöntemlerinden yola çıkarak projeleri daha iyi yönetebilmek için pratik, uygulanabilir tavsiyeler de veriyor.

Profesör Acar Baltaş, Bosch CEO’su Steve Young, Türk Telekom CEO’su Paul Doany gibi deneyimli yöneticilerin de yorumlarıyla birlikte…

kervan_K2.jpg

YABANCILAR TANIŞTIĞINDA

Size daha dün başımdan geçen bir olayı anlatmak istiyorum: Dün, eşimle birlikte, bir gün önce internetten kanepemizi sattığımız ve hiç tanımadığımız bir aileyi, elimizde dumanı tüten bir kekle ziyarete gittik.

Bantı biraz geri saracak olursak:

  • Birkaç gün önce, online satış portalından, adını bile bilmediğim bir kişi ile kanepenin fiyatı ile ilgili çok kısa bir konuşma yaptık ve ertesi gün kanepeye bakmak üzere eve gelmeleri konusunda anlaştık.
  • Ertesi gün, saati netleştirmek için yaptığımız görüşmeyi WhatsApp’a taşıdık. Bu arada alıcının isminin Adria olduğunu ve küçük bir kızı olduğunu öğrendim. Ben evde olmadığım için görevi eşime devrettim.
  • Birkaç saat sonra eşim aradı, gelen ailenin kanepeyi çok sevdiğini ve hemen aldığını söyledi, ve şöyle de bir not düştü: “Çok tatlı bir Yunan çiftti, görsen bayılırdın. Adria ile dekorasyon zevkleriniz aynı. Hatta televizyon ünitelerimiz bile aynıymış.”

Screen Shot 2017-08-15 at 16.27.32.png

 

Bunun üzerine ben de, Adria’ya şöyle bir mesaj gönderdim:

Kanepeyi beğendiğinize çok sevindim, eminim evinize çok yakışacak. Bu arada, eşimin seçtiği yeni kanepemizin ne kadar hantal olduğunu farkettin mi? 🙂 

Böylece, yüzünü bile görmediğim bu kadınla WhatsApp üzerinden sohbet etmeye başladık ve sohbetin sonunda Adria hem kanepenin yeni yerini görelim hem de birlikte Türk kahvesi içelim diye bizi evlerine davet etti.

Ertesi gün, onlar için çikolatalı kek yaptım (yaptığım ilk kek) ve kek fırından çıkar çıkmaz yola düştük.

Sonuç? Dünya tatlısı bir çift ve 2 yaşındaki minik kızlarıyla yedik içtik, sohbet ettik ve birkaç saat sonra onlara veda ederken Adria, bana bir dahaki buluşmamızda börek yapma sözü verdi! Ayrıca, benim verdiğim kek kalıbını bana içi boş şekilde geri veremeyeceğini, mutlaka yıkayıp temizleyip içini doldurup geri vereceğini söyledi. Bir Türk kadınının kalbini böylece fethetti.

Şimdi, durumu özetleyecek olursak:

  • 72 saat önce bu insanların varlıklarından bile haberdar değildim. Benim için yabancı bile değillerdi.
  • 48 saat öncesine kadar bu yabancılarla tek etkileşimimiz bir alım-satım üzerine idi.
  • 24 saat önce ise, birbirimize tamamen yabancı olduğumuz bu insanların evinde kahve içiyorduk ve Yunan bir kadın bana buzdolabındaki Türk yufkalarını gösteriyordu!

yabancilar_tanistiginda_K2.jpg

 

Kio Stark, bu duruma nasıl tepki gösterirdi? 

Bence, bilmediğimiz insanlarla konuşmanın yarattığı beklenmedik keyifleri ve heyecanlı olasılıkları keşfetmeye çalıştığımız için bizi kutlardı. Bu küçük kesişmelerin bizi ve paylaştığımız dünyayı nasıl değiştirebileceğini söylerdi.

Evet, hep bir acelemiz var. Yürürken, metrodayken, asansördeyken kafalarımızı telefonlarımıza gömmüş durumdayız. Aklımız hep başka yerde. Sadece aşina olduğumuz sesleri duyuyoruz ve yeni bir şey keşfetmeye yanaşmıyoruz. Halbuki yabancılarla konuşmak, bizi ortak insanlık deneyiminin içine çekiyor ve hakiki duygusal bağlar yaratıyor. Ufkumuzu açıyor. Diğer bir deyişle, bizi uyandırıyor.

Screen Shot 2017-08-15 at 16.30.03.png

 

Kabul ediyorum, yaşadığım ülkenin oldukça güvenli olduğunu biliyorum; o yüzden hiç tanımadığımız bu insanların evine giderken herhangi bir tedirginliğimiz olmadı. Ama “Yunanları hiç sevmem”, ya da “Yunanistan Türkiye’yi hiç sevmez” gibi kadim önyargılarımız da olmadı. Aksine, milliyetlerden ve cinsiyetlerden sıyrılmış bir bakış açısı ile, ilginç bulduğumuz ve garip bir şekilde ısındığımız iki insanı yakından tanımak için gittik. Sonra aklıma, Stark’ın şu satırları geldi:

…Yabancılarla konuşmayı tercih ettiğimizde, işin ucunda samimiyetten daha fazlası vardır. Bizden farklı olan insanlarla konuşmak radikal bir şekilde dönüştürücü olabilir. Bu, korkunun panzehiridir…

Bu ülkede yaşamanın en sevdiğim yanlarından biri, her gün onlarca değişik ülkeden gelmiş birçok insanla karşılaşmak ve değişik kültürleri şu ya da bu sebeple keşfetme şansına sahip olmak… Tipik bir günümde, birçok yabancıyla etkileşim içinde oluyorum. Bu kişiler, hem tanımadığım için yabancı, hem de Türk olmadıkları için yabancı. Aslına bakarsanız, Kio Stark’ın yaptığı bir araştırmada “yabancı”nın o kadar çok tanımı çıkmış ki! Adını bilmediğiniz biri, sadece bir kez gördüğünüz bir kişi, hiç tanışmadığınız tüm insanlar, anlayamadığınız biri, tehdit olan biri… Aslında, kendimizden farklı insanlara ne kadar çok maruz kalırsak, onlardan hoşlanma, hatta belki onları anlamaya çalışma ihtimalimiz de o kadar artıyor.

Mesela ben, sabahları apartmandan çıktığım gibi Hintli güvenlik görevlisiyle merhabalaşıyorum, çağırdığım taksiye bindiğimde şoförlerin genellikle Pakistanlı olduğunu görüyorum. İş yerine vardığımda, saat dokuza doğru asansör trafiğinde kendime yer bulup 30. kata ulaşana kadar küçücük, gri, aynalı bir kutuda sağ kulağım Fransız aksanlı İngilizce bir sohbete kulak misafiri olurken soldan gelen yüksek sesli Arapça bir telefon konuşmasında, ayırt edebildiğim kelimeleri seçerek oyalanıyorum. Bütün bunlar olurken, ben sabah merhabalaştığım Hintli güvenlik görevlisinin beş kişiyle paylaştığı bir odada kaldığını; Filipinlilerin burada kazandıkları para ile geride bıraktıkları tüm aile fertlerini geçindirip küçük kardeşlerini okuttuklarını; asansördeki Arap adamın vizyoner bir girişimci ve bir melek yatırımcı olduğunu biliyorum.

 

Screen Shot 2017-08-15 at 16.31.02.png

 

Ve ben daha fazla öğrendikçe, “Ayy, Hintli mi?”, “Hmm, Arabistan mı?” diyen insanlardan fersah fersah uzaklaştığımı görüp, karşılaştığım her yeni insan için şükran duyuyorum.

Şimdi de mikrofonu size doğrultayım…

Hepimiz sürekli bu kadar yabancı ile etkileşim halindeyken siz, yabancılara bakış açınızı nasıl değerlendiriyorsunuz? Onlardan çekiniyor musunuz, uzak durmayı mı tercih ediyorsunuz, yoksa yabancılarla konuşmayı seviyor musunuz? Evet, günümüzde özellikle büyük şehirlerde artık insanın insana güveninin kalmadığı, tüyler ürpertici haberleri her gün gazetelerde okuduğumuz bir gerçek.

Ama…

Kio Stark’a kulak verip yabancılara bir şans daha veremez miyiz? Metrodan çıkarken yüzümüzü asıp itiş kakışa katılmak yerine, siz inerken yarattığınız boşluğa girmeye çalışan kişiye gülümseyemez miyiz?

Yabancılar Tanıştığında, Optimist’in TED Kitaplarında. Stark’ın TED konuşmasını da buradan Türkçe altyazı seçeneği ile izleyebilirsiniz.

 

Hepinize keyif dolu okumalar!

Irmak Parlat

THE ART OF NETWORKING

Did you know that 70% of the new business players have emerged through the power of networking?
Furthermore, such cooperations only get established after the fifth meeting or encounter. In other words, this process requires effort, ambition, time, and most importantly a network.
There’s more! It has been scientifically proven that every individual is acquainted with 200 other people and, with the “Six Degrees of Separation” concept, you can actually reach anyone you like. Your contacts and their network can open up brand new horizons for you, as you have a 63% higher chance of succeeding at a meeting with a reference from someone in your network.
It’s completely in your hands to reach whoever you want to meet, and even do business with them, as long as you know the right people.

HOW WOULD YOUR LIFE CHANGE IF YOU COULD MEET ANYONE IN THE WORLD YOU LIKE?
HOW CAN YOU MEET NEW PEOPLE AND ESTABLISH COOPERATION WITH THEM?
The first book about Networking in Turkey includes striking real life stories from Ertuğrul Belen, who has helped over 50,000 professionals and entrepreneurs with his Meet, Introduce and Get Recognized™ methodology, and through BNA Speed Networking™ events.
The Art of Networking: Meet, Introduce and Get Recognized emphasizes the significance of designing your professional and social life through relationships in your network, in order to achieve your goals. It demonstrates that it is only possible to reach your goals through strong connections, and teaches you to Meet, Introduce and Get Recognized™ as part of this process. The book deals with a variety of networking topics: Communication, body language, effective speaking, business development, career planning, sales techniques, motivation, human resources and leadership… But what renders “Networking Vision” unique among other similar techniques is that you’ll feel and observe an immediate and significant change in your life if you apply what you already know and what you read in this book, at the right time and place, and more importantly through the right network.

the_art_of_networking_K2.jpg

DR. MUKHERJEE’NİN TIP YASALARI NASIL ORTAYA ÇIKTI?

Kendi ağzından dinleyelim:

“Bu kitap tıbbın bilgisi, eksikliği, kesinsizliği ve geleceği hakkındadır. 1995 sonbaharında tıp fakültesine başladığım zaman, müfredat, disiplinin gerekliliklerine son derece uygun görünüyordu: hücre biyolojisi, anatomi, fizyoloji, patoloji ve farmakoloji dersleri gördüm. Dört yılın sonunda, yüz sinirinin beş dalını, hücrelerdeki proteinleri metabolize eden kimyasal reaksiyonları ve insan bedeninin sahip olduğumu bile bilmediğim parçalarını listeleyebiliyordum. Kendimi gerçek tıp uygulamaya başlamak için hazır hissediyordum.

Ama eğitimimde ilerledikçe—onkolojide önce intörn,1 sonra asistan, sonra yan dal uzmanı, sonra da kanserli hastaları tedavi eden uzman doktor oldum—eğitimimin çok önemli bir parçasının eksik olduğunu fark ettim. Evet, mesela çoğu hastada trombosit transfüzyonunun neden sadece iki hafta sürdüğünü anlamak için (trombositler vücutta sadece iki hafta civarında yaşarlar) hücre biyolojisi prensiplerine ihtiyacım vardı.

Anatomi, bir adamın cerrahi bir prosedürden neden bedeninin tüm alt bölümü paralize halde uyandığını (alt omuriliği destekleyen sıradışı bir atardamar bir pıhtı tarafından bloke edilmişti, bu da beyin değil omurilik “felci”ne neden olmuştu) hatırlamama yardım etmişti. Farmakolojideki bir denklem, bir antibiyotik günde dört kez verilirken, ona yakın bir moleküler akrabasının neden günde bir kez verildiğini (iki kimyasal vücutta farklı oranlarda parçalanıyordu) hatırlatmıştı. Ama çok geçmeden fark ettim ki bütün bu bilgiler kitaptan elde edilebilir veya internette tek bir tıkla bulunabilir. Eksik olan bilgi, bu bilgi ile ne yapılacağı idi; özellikle de veriler kusurluyken, eksikken veya kesin değilken… Akut lösemisi olan kırk yaşında bir kadına, sağlığı hızla kötüye giderken zorlayıcı bir kemik iliği nakli yapmak uygun mudur?

tipyasalari_blog

İlk bakışta, ders kitapları ve yayınlanmış klinik denemeler size bir cevap verir. Bu örnekte, standart akıl, sağlığı ve performansı kötüye giden bir hastaya nakil yapılmaması gerektiğini söyler. Peki ama ya bu cevap bu özel kriz durumunda, bu geçmişe sahip bu kadın için uygun değilse? Ya hızlı kötüleşmeye neden olan löseminin kendisiyse? Hastalığının sonucunu tahmin etmemi istese, ona rahatlıkla, bir denemeden elde edilmiş bir hayatta kalma oranı söyleyebilirim; ama ya o çizgi dışı bir değerse?

Tıp eğitimim bana pek çok gerçek öğretti ama gerçekler arasındaki boşluklar hakkında öğrettikleri azdı. Görme fizyolojisi hakkında tez yazabilirim. Ama ağır akciğer hastalığı olan ve kendisine “evde oksijen” tedavisi verilmiş ama “evi” olmadığı için utancından yanlış adres vermiş olan bir adamın uydurduğu öykünün penceresinden bakmam gerekmemişti hiç… (Ertesi sabah, üç ünitenin teslimatını yapmaya çalışan şirketten öfke dolu bir telefon geldi; teslimatı yapmaya çalıştıkları yer Boston’da araba parçası satan bir mağazaydı.)

Tıbbın bu kadar yasasız, kesinlikten uzak bir dünya olmasını hiç beklememiştim. Parçaları, hastalıkları ve kimyasal reaksiyonları zorlayıcı şekilde adlandırmanın—frenulum, otit, glikoliz—doktorların, büyük ölçüde bilinemeyen bir bilgi alanına karşı kendilerini savunmak için icat ettikleri bir mekanizma olup olmadığını merak ettim. Gerçeklerin çokluğu daha derin ve önemli bir sorunu örtbas etti: Bilgi ile (kesin, sabit, mükemmel, somut) klinik akıl (kesin olmayan, değişken, kusurlu, soyut) arasındaki uzlaşma.

Bu kitap benim için, bu iki bilgi alanı arasında uzlaşma sağlayacak vasıtaları keşfetmeme yönelik bir araç olarak başladı. Bu kitapta tanımladığım şekliyle “tıp yasaları” gerçekten kesinsizliğin, belirsizliğin ve eksikliğin yasalarıdır. Bu yasalar, bu güçlerin rol oynadığı bütün bilgi disiplinlerinde aynı şekilde geçerlidir. Bunlar kusurluluk yasalarıdır. Bu kitaptaki hikâyeler gerçek kişilere ve vakalara aittir ama isimler ile kimliklerin yanı sıra bazı bağlamlarla teşhisleri de değiştirdim. Konuşmalar kelimesi kelimesine kaydedilmedi; hafızamda kalanları kendi kelimelerimle aktardım. Bazı durumlar, testler ve denemeler de, hastaların ve doktorların gizliliğini korumak için değiştirildi.

Harry Potter’da, çocuk kitabı görünümündeki o bilimsel eserde, bir büyücülük öğretmeni, eğitim gören genç cadı Hermione Granger’a, büyücülük kariyeri yapmak için Büyü Yasaları’nı öğrenmek isteyip istemediğini sorar. “Hayır” der Granger. O, yasaları, dünyaya biraz faydası dokunabilsin diye öğrenmek istiyordur. Granger için, büyü yasalarının var olmasının nedeni büyüyü devam ettirmek değildir. Onlar dünyayı yorumlamaya yarayan araçlar olarak vardır.”

tipyasalari_k2

Kadın yöneticileriniz ve çalışanlarınız için en güzel hediye

kadinlargunu_2017.jpg

YAPTIĞI İŞTEN KEYİF ALMAYI SAĞLAMA KİTABI

NEDEN ÇALIŞIRIZ?

 Barry Schwartz

Çalışan mutluluğu ülkemizde de insan kaynaklarının güncel bir konusu. Çalışanlara farklı olanaklar sağlamak, yemek seçenek sayısını artırmak, hobi kulüpleri kurmak, piknik organize etmek gibi düzenlemelere başvuruluyor. Ölçümler yapılıyor. Bunlar güzel uygulamalar, ses getiriyor.

Peki, bunlar çalışanların işyerlerine bağlılıklarını, yaptıkları işten doyum almalarını, kendilerini gerçekleştirdikleri duygusu tatmalarını ne ölçüde sağlıyor? Ünlü GALLUP anket şirketinin 2013’te 189 farklı ülkeden 25 milyon mavi ve beyaz yakalı çalışana uyguladığı anket, çalışanların sadece yüzde 13’ünün kendini işyerine bağlı hissettiğini göstermiş. Demek ki çalışanların yaklaşık yüzde 90’ı sadece “para” için çalışıyor, hayatlarının uyku dışındaki yarısını olmayı tercih etmedikleri yerlerde, yapmayı tercih etmedikleri şeyler yaparak geçiriyorlar.

Optimist’in TED Kitapları Dizisi’nden yeni çıkan Neden Çalışırız bu konuyu ele alan bir kitap. Uzman bir psikolog ve konuşmacı olan Barry Schwartz’ın kaleme aldığı kitabın ilk sorusu:

Neden çalışırız? Zevk dolu maceraların birinin bitip diğerinin başladığı hayatlar yaşamak yerine neden her sabah sürünerek çıkıyoruz yataklarımızdan? Ne saçma bir soru! Çalışıyoruz çünkü hayatımızı kazanmak zorundayız. Elbette ama neden sadece bu mu? Tabii ki değil. İşlerinden tatmin olan insanlara yaptıkları işi neden yaptıkları sorulduğunda, paranın neredeyse hiç bahsi geçmiyor. İnsanların işlerini yapma konusunda gösterdikleri para dışı nedenlerin listesi uzun ve ilgi uyandırıcı.”

Yazara göre, para için çalışma iktisadın kurucularından Adam Smith’in “tembel insanları çalıştırabilmek için onlara para vermek gerek” gibi bazı görüşleriyle ve sanayi devriminin fabrikalarının örgütleme şekliyle bağlı. Ama her şeyin değiştiği günümüzde konunun hobi kulüplerini aşması, işin düşünsel ve duygusal tarifiyle örtüşmesi gerekiyor.

Neden Çalışırız çalışma ve çalıştırma kültürümüzün yıkıcı yaklaşımlarını terk edip büyük resmi görebilecek, kendinden daha büyük bir amaç uğruna çalıştığının bilincine vararak kendini değerli bulacak, gelişim çabası gösterecek ve kurumuyla gurur duyacak kalıcı ekipler oluşturmak isteyenlere esin verecek bir kitap.

nedencalisiriz_k2.jpg

İNSAN KAYNAKLARININ EL KİTABI

  • Nezaket iş hayatındaki bir insana nasıl olur da avantaj sağlar?
  • Tarihte ilk kez dört farklı kuşağın bilfiil yan yana çalıştığı bir zaman diliminde çalışanlar arası ilişkiler nasıl olmalı?
  • Kariyerlerinin başında ya da ortalarında olan çalışanların ihtiyaçları nelerdir?
  • Üst düzey yöneticiler çalışanlarıyla kurdukları ilişkileri nasıl koruyabilirler?
  • Evden çalışanlar karşılaştıkları sorunları nasıl aşabilir?
  • Doğru bir iş hediyesi seçmeyi ve bir iş yemeğine hakkıyla ev sahipliği yapmayı başarabiliyor musunuz?
  • Cep telefonu kullanma adabını, e-posta yazmanın ve sosyal medya kullanmanın püf noktalarını biliyor musunuz?
  • Küresel pazar koşullarında farklı kültürlerle iş ilişkileri kurarken neler öne çıkar?
  • İçeride ve yurt dışında seyahat ederken nelere dikkat etmek gerekir?
  • Fuar, sergi ve ofis dışı etkinliklerde nelere dikkat edilmelidir?

 

Nezaket Avantajı bu ve bunun gibi pek çok sorunun yanıtını içeren uçsuz bucaksız bir derya. Çoğu herkes için ve her zaman geçerli olabilecek önerilerden oluşan bu kitap için gönül rahatlığıyla insan kaynaklarının el kitabı denilebilir.

Nezaket_Avantaji_K2

8 Mart 2016 unutulmaz bir başlangıç olsun

Kadın yöneticileriniz ve çalışanlarınız için
en güzel hediye

kadinlargunu_2016_1.jpg

Dünya Kadınlar Günü’nü sevdiğiniz yaşamı tasarlamaya başlama günü olarak takvime yazmaya ne dersiniz? Bunun için Ayşe Birsel’in Sevdiğiniz Yaşamı Tasarlayın kitabıyla etkileşime geçmeniz önemli bir başlangıç olabilir.

Hiçbir kitap rafında Ayşe Birsel’in Sevdiğiniz Yaşamı Tasarlayın kitabı kadar hayatınızı ciddi, eğlenceli ve yaratıcı bir şekilde gözden geçirmenizi sağlayacak başka bir kitap bulamazsınız. Ürün tasarımlarıyla pek çok ödül almış yazarın geliştirdiği ilkeleri ve yaratıcı süreci kullanarak içinizde saklı becerileri ve bilgeliği keşfedebilir ve sevdiğiniz hayatı tasarlayabilirsiniz.

Kitap klasik kişisel gelişim kitaplarındaki gibi talimatlar içermiyor; tam tersine çeşitli faaliyet ve alıştırmalarla okuru yaşamını iyileştirme yolunda esinlendiriyor. Kendi el yazısı ve çizimleriyle yazar bizleri hayatımızdaki huzur, anlam ve ilham arayışı gibi karmaşık konularda kendi çözümlerimizi geliştirmeye teşvik ediyor.

8 Mart 2016 unutulmaz bir başlangıç olsun!

kadinlargunu_2016_2.jpg

Ayrıntılı bilgi ve siparişleriniz için

Deniz Bektaş Çelik

216 412 72 13 -125

deniz@optimistkitap.com

 

İlk önce yazılmayan, çizilen kitap: SEVDİĞİNİZ YAŞAMI TASARLAYIN

 

ABD’de 1940’tan bu yana iki ayda bir yayınlanan görsel kültür ve tasarım dergisi Print’in Ayşe Birsel ile yaptığı röportajdan:

PAGE213.jpg

 

— Sizi bu kitabı yazmaya kışkırtan nedir?

Bir avukat olan babam ailemizin hukuk geleneğini izlememiş olsam da yaptığım işle her zaman ilgilenir. Ürün tasarımcısı olduğum günden bu yana bana bir kitap yazmam gerektiğini söyler dururdu. Bu sohbetlerimizin ana konusu haline gelmişti. Bu kitap işinin neden önemli olduğunu anlayamıyor, dahası ne yazacağımı bilemiyordum.

Daha sonra başlattığım Sevdiğiniz Yaşamı Tasarlayın çalıştaylarına gelenler yanlarında götürmek ve eşleri, çocukları, anne babaları ve dostlarıyla paylaşmak üzere yazılı bir şeyler talep ediyorlardı. Birden kitap yazmanın hiç de delice bir şey olmadığı kanaatine vardım.

Ne var ki, yazmak bambaşka bir şeydi. İlk önce Word dosyası olarak yazdım. Bu bir tasarımcı için saçma sapan bir şeydi. O kadar sıkıcıydı ki bir daha okumadım bile: İkinci taslağı yetenekli bir yazar dostumla birlikte kaleme aldık. Bu arada bu işi kendimin yapması gerektiğini anladım. Kadim iş arkadaşlarımdan Leah Caplan’a çok şey borçluyum. Bana benzer görselli kitapları tanıttı ve kendi sesimi bulmama yardımcı oldu. Kitabı çizmeye başladım ve sonra çizdiklerimi yazdım. Dönüm noktası yazmak değil, çizmek oldu. Size çok normalmiş gibi gelebilir, ama öyle olmadı. Kendi sesimi bulmam üç yılımı aldı.

Söyler misiniz, hayat nasıl oluyor da bir tasarım problemine indirgenebiliyor?

Hayatımın en büyük projem olduğunu düşünüyorum. Hayat tıpkı bir tasarım problemi gibidir: Zıt ihtiyaçlar, talepler, kısıtlar ve meydan okumalarla doludur. Her şeye sahip olamazsınız. Daha fazlasına ihtiyaç duyuyorsanız, bazı çelişkileri çözmek durumundasınız. Tasarım düşüncesi bunun için biçilmiş kaftandır.

İlginç olan nedir, biliyor musunuz? İki sayfaya sığdırılmış hayat! Ve bu muazzam ferahlık sağlar. Hayatınızı iki sayfada görmek bütün karmaşıklığa rağmen size bir kontrol duygusu verir. Aslında hayatın karmaşıklığını yönetebilirsiniz. Bunun bir ziyafet vermekten farkı yoktur; yiyecek listenizi hazırladıktan sonra ne yapacağınızı bilirsiniz. Hayat da bundan farklı değildir. Bileşenlerine ayırmanıza ve tümünü iki sayfada görmenize kadar kocaman ve karmaşıktır. Bu iki sayfa hayatınızla ne yapmak istediğinizi, daha fazla neye ihtiyaç duyduğunuzu, neleri dışlamak gerektiğini ve sizin açınızdan nelerin esas olduğunu gösteren bileşenleri içerir.

Tasarımcı olmayanlar da hayatlarını tasarlayabilir mi?

Tasarımcı olmayanlara ne kadar büyük bir saygım var, bilemezsiniz. Bir tasarım süreci ya da aracı verildiğinde, sıradan insanlar olağanüstü yaratıcı oluyor. Korkusuzca ve hevesle hayatlarını tasarlıyorlar. Burada önemli olan hayatı tasarım bağlamında bir proje olarak ifade etmektir. Hayat karmaşık bir problemdir; değerli bir şey elde etmek istiyorsanız, bir tasarımcı gibi düşünmek durumundasınız. Kısaca iyimserlik, empati, bütünsellik ve neşeyle…