Sait Sürmen yorumluyor: “Ekiplerin Beş Temel Aksaklığı”

Şirketlerin bilançolarında aktiflerinde görünmeyen soyut varlıklar, işveren marka sının oluşmasında çok önemli yer tutar. Çalışan memnuniyeti ve sadakati… 

Şirketlerin ve markaların sürdürülebilirlik stratejilerinde şirket içindeki iş ilişkilerini etkin, operatif süreçlere dönüştürmekte en önemli faaliyet döngüsünü oluşturmakta. Zira çalışanları içeride ki müşteri olarak düşünerek, dışarıdaki müşteri memnuniyetini arttırılabilir.

Yönetim uzmanı Patrick Lencioni’nin kaleminden, Optimist Yayın Grubu tarafından Türkçe’ye kazandırılan “Ekiplerin Beş Temel Aksaklığı“ kitabı; ekiplerde gözlemlenen aksaklıklar ve çözüm yolları üzerine kurgu bir hikaye üzerinden yalın bir dille, akıcı bir yönetim kitabı.

İnanç, tutarlılık, samimiyet etkilerinin motivasyonuyla “güven” tesis edecek ortamlar geliştirerek, iletişim, işbirliği ve ilişki yönetimi süreçlerinin fonksiyonel hale getirmek mümkündür.

Amaç ve önceliklerin etkin bileşimi “verimlilik” denkleminin eşitliğine götüre bilir. Günümüzün hızla değişen ve dönüşen dinamik iş ortamı düşünüldüğünde, öğrenen organizasyonlarla koşullara uyum sağlama avantajı elde edilebilir.

Satış Yönetimi Uzmanı Jeffrey Gitomer‘in de dediği gibi; ”Güven iş hayatında ve özel hayatta en temel ilkedir. Kendinize güvenmeden başkalarına güvenemezsiniz.” 

Patrick Lencioni; şirket içi iletişimde “basitlik” ve “açıklık” kavramlarının önemini örnek hikaye kurgusuyla çok güzel anlatıyor kitabında.

Yönetimde, çeşitliliğin ve kapsayıcılığın öneminin arttığı zamanın ruhunda, farklılıkların farkında olarak, bunları şirket için birer fayda unsuru haline getirmek, açık iletişim kurmak, katılımı ve bağlılığı arttırmak, geri bildirim gibi yönetsel fonksiyonlarla; şirket içi siloların oluşması ve mikro yönetimlerin önüne geçilebilinir.

Patrick Lencioni‘nin piramit metaforuyla gösterdiği beş temel aksaklık: Güven eksikliği, çatışma korkusu, bağlılık eksikliği, hesap sorulabilirlikten kaçınma, sonuçları dikkate almamak. Piramitin en geniş bölümü “güven eksikliği”. Keyifli okumalar, iyi haftalar…

Sait Sürmen Kimdir?

Bütçeleme, finans, ulusal ve uluslararası vergi danışmanlığı, finansal planlama, raporlama, 25 yıllık tecrübe
#economy, #finances, #management, #technology ve #accountingandaccountants ile ilgili konuşuyor.

#management
#Sustainability
#motivation
#innovation
#creativity
#futures
#humanresources
#business
#happiness
#leadership
#productivity
#strategy
#entrepreneurship
#economy
#careers
#socialnetworking

İkna Edici Bir Vizyon Yaratmanın ve Hayata Geçirmenin Yolları “VİZYONUN ŞİFRELERİ” YENİ KİTAP!

Dünyanın önde gelen kanaat önderlerinden Oleg Konovalov, liderlik ve yönetim dünyasının yeni alanlarını keşfetme konusunda son derecede başarılı. Vizyonun Şifreleri ile de vizyoner liderliğin da Vinci’si olduğunu kanıtladı.

Vizyonun Şifreleri yeni bir düşünce anlayışının temellerini atan, çığır açıcı bir kitap. Şirketler dünyasını baştan değerlendiriyor, baştan tasarlıyor. Kişisel yaşamlarımızı daha hedefli hale getirdiğini söylemiyorum bile. Bu kitap vizyona ışık tutuyor, öylesine bir ifade olmaktan çıkararak hak ettiği yere, uzun vadeli başarının temel bileşeni konumuna taşıyor.

Oleg’in rehberliğinde net ve ikna edici bir vizyonun ne olduğunu, bu vizyonun nasıl anlatılacağını, nasıl liderlik edileceğini ve her şeyin ötesinde nasıl tutarlı bir şekilde sürdüreceğimizi anlıyor, bu vizyonu yaratmanın ve oluşturmanın şifrelerini çözüyoruz.

Kitap, vizyonun yaratılmasını ve geliştirilmesini altı adımlık basit bir süreç halinde anlatıyor. Anlık düşünenler açısından erişilebilir ve kâr-zarar hesabının ötesinde pratik bir hale getiriyor. Bu kitap her türden lider açısından pratik bir rehber olmanın yanı sıra, vizyoner liderlik koçluğu açısından da çok etkili bir araç.

“Birçok insan vizyonun doğuştan gelen bir şey olduğunu düşünür. Ya vizyon sahibisinizdir ya da değilsinizdir. Ancak Oleg Konovalov’un Vizyonun Şifreleri kitabını okuduğunuzda vizyonun geliştirebileceğiniz bir yetkinlik olduğunu göreceksiniz; cesur düşünerek, açık fikirli olarak, farklı yollara saparak… Bir CEO olarak Vizyonun Şifreleri’ni okuduğumda vizyonun en değerli aracım olduğunu fark ettim. Vizyon, gerçek anlamda şirketinizin geleceğin seçmenizi sağlıyor.

Vizyonun Şifreleri vizyon konusunda ustalaşmanızı ve gerçek bir vizyoner olmanızı sağlayacak olağanüstü bir kaynak.”
—Eric Schurenberg, Inc. ve Fast Company CEO’su

“Vizyon bir lider olarak başarımız açısından kritik ancak genellikle yanlış anlaşılan, kötü uygulanan bir kavram. Bu bilgi dolu kılavuzda Oleg Konovalov, vizyoner liderliğin nelerden oluştuğuna, değerin nasıl ortaya çıkarılacağına dair kendi ikna edici vizyonunu anlatıyor ve basit ancak çok pratik bir iş aracı olarak vizyon fikrini sunuyor. Vizyonun Şifreleri vizyoner liderlik gelişiminde yeni bir aşama.”
—Courtney Fingar, FDI, New Statesman Media Group yayın yönetmeni

#optimistkitap
#yenikitap
#vizyonunşifreleri
#Vizyonerliderlik
#Vizyon
#Gelişim
#Gelecek
#Değer
#İlerleme
#Büyüme
#Hedef
#koçluk
#optimistkitaptavsiyeediyor
#stratejikitapları
#yönetimkitapları
#inovasyonkitapları
#satışkitapları
#sosyalzeka
#işkitapları
#ekipçalışması
#takımçalışması
#işbirliği
#ekipruhu
#sosyalliderlik
#eaeyayınları
#güvenilişkisi
#yeniyılhediyesi
#kurumsalhediye

Yapay Zekâya Bakışımızı Değiştirmeliyiz

1

Yapay zekâ 21. yüzyılın en önemli gelişmelerinden biri. Siz de Sinovation Ventures ve Yapay Zekâ Enstitüsü Başkanısınız. Google China’nın kurucususunuz. Son çıkardığınız Yapay Zekâ ve Yeni Dünya Düzeni adlı kitabınızda ana temalar neler?

Yapay zekânın potansiyel etkilerinin ve faydalarının farkındayız. Gelecekte yapay zekânın pek çok sektörde çok daha önemli hale geleceğini öngörebiliyoruz. Mevcut işlerin yüzde 40’ının akıllı makineler tarafından yapılabileceği tahmin ediliyor. Böyle bir durumda iş dünyası, tarih ve ekonomi perspektifinden olaya bakmak gerekiyor. Ben yapay zekânın tekeli haline gelen ülkelerde, yani hem Çin’de hem de ABD’de önemli tecrübeler kazandım. Amacım, Çin’in bir teknoloji gücü olarak ortaya çıkışından öğrenebilecek dersleri ortaya koymaktı. Elbette Çinli girişimciler başlarda kavgacı, şüpheli yöntemler kullandılar. Ancak teknoloji sektörü çok daha meşru bir düzleme doğru evrildi ve dünya internet sahasında önemli bir yere geldi.

Çinliler, devasa pazar verilerinden elde ettikleri geribildirimi hızla ürüne çevirebilecek bir inovasyon yöntemi geliştirdi. ABD’deki teknoloji şirketleri sert rekabetten kaçınıyor. Mesela Instagram gibi bir şey kurduğunuzda rakipleriniz şöyle diyor: “Tamam, ben de başka bir şey yaparım. Senin yaptığına benzer bir şey yapmak istemiyorum.” Çin’in süper-rekabetçi ortamında ise, insanlar bir fikir gördü mü hemen onu kopyalamaya meyilli. Bu Silikon Vadisini bire bir kopyalamak anlamına gelmiyor. Herhangi bir ülkede üretilmiş herhangi bir şeyin bir özelliği, işe yarıyorsa, o kopyalanıyor.
2Kopyalanma riskine karşı çok yüksek duvarlar inşa etmek zorundasınız. Bu da Silikon Vadisinde çok daha farklı bir iş modeli oluşmasına yol açıyor.

Rekabet avantajı kazanmak için start-up’ların çok karmaşık “kaleler” yaratmaları isteniyor.

Çin’in ticari teknolojisi ise bolca sermaye ve devasa müşteri tabanına dayanan, rekabetçi, öldür ya da öl zihniyetinden güç alıyor.

Amerikan iş dünyasının bu konu üzerinde çalışması gerekiyor. Yapay zekâ devriminin iki itici gücü olacak: Çin ve ABD. Başka bir kültürden yeni bir teknoloji devrimi beklememeliyiz.

Kitabınızda bu iki güç arasındaki “veri uçurumundan” bahsediyorsunuz.

Yapay zekânın hammaddesi veridir. Endüstriyel ekonomideki petrol neyse, yapay zekâda da veri odur. Bir yapay zekâ algoritmasının gelişmesini ve daha isabetli sonuçlar vermesini istiyorsanız onu veriyle beslemelisiniz. Bir yüz tanıma algoritmasına ne kadar fazla yüz gösterirseniz hata yapma riski o kadar azalır. Tıbbi tanı koyma algoritmasına ne kadar tıbbi kayıt verirseniz isabetli tanı koyma ihtimali o kadar artar.

Tabii her veri aynı değildir. Çin ve ABD’nin güçlü oldukları farklı veri alanları var. Kapsam, nitelik ve derinlik anlamında aradaki uçurum derinleşiyor. Kapsam, kullanıcı sayısı, veriye dönüştürülebilir nüfus hareketleri demektir. Nitelik, bu verinin ne kadar iyi yapılandırıldığı ve etiketlendiği anlamına gelir. Derinlik ise her kullanıcının faaliyetlerinin ne kadar farklı veri noktalarından yakalanabildiğiyle ilgilidir.

Çinli ve Amerikalı şirketler kapsam konusunda başa baş durumdalar. Amerikalı şirketlerin bir milyar yerli kullanıcısı olan Çin’e göre geride olduğunu söyleyebiliriz ama bu açığı dünya çapında yayılarak kapatmaya çalışıyorlar. Ancak nitelik konusunda Amerikalıların ileride olduğunu söyleyebiliriz. ABD’deki şirketler ve kuruluşlar verilerini hızla kullanmaya izin veren yazılım yapıları kullanıyor. Çin’dekiler ise bürokratik teşviklerle bu yolda daha hızlı yol almaya başladı. Yine de yapay zekâ kullanımına hazır veri toplama konusunda ABD’nin gerisinde.

Konu derinlik olduğunda ise Çin’in üstünlüğü tartışılmaz. Çinli internet kullanıcıları günlük faaliyetlerinin çoğunda telefonlarını kullanıyor. Market alışverişinden fatura ödemeye, bilet almaktan banka kredisi çekmeye kadar her alanda telefon kullanılıyor.

Çizdiğiniz tabloda Avrupa’ya pek yer yokmuş gibi görünüyor. Avrupa, Amerikalıların teknoloji kolonisi haline mi geliyor?

Evet. İngiltere ve Fransa çok hevesli, Rusya da… Sizin de söylediğiniz gibi, Avrupa, ABD’nin kolonisi sayılır. Yine de Avrupa’da bir hassasiyet var. Mahremiyet için çıkarılan kanunlarla bunu görüyoruz.

Çinliler girişimcileri ticari teknoloji konusunda teşvik ediyor. Amerikalılar da aynı şeyi yapmaya çalışıyor ama devlet desteği sınırlı. Avrupa ise daha müşteri odaklı, verinin sahipliğini ve kontrolünü bireylerin kendisine geri vermeye meyilli.

3

Kitabınızda önümüzdeki dönemin en büyük meselelerinden birinin işlerin kaybedilmesi olacağını söylüyorsunuz.

Önümüzdeki 15 yılın baş ağrısı bu olacak. Bir iş kolundan diğerine devasa göçler göreceğiz. Tarımdan sanayiye geçişte olduğu gibi… Düşük ücretli, rutin işlerde bu daha yoğun yaşanacak. Ultra zenginler yapay zekâ sayesinde daha da fazla kazanacak. Sosyal eşitsizlik derinleşecek.

Yapay zekânın el koyamayacağı işler genelde yaratıcı, “empatetik işler” olacak. Öğretmenlikten yaşlı bakımına kadar genişleyen bir yelpaze bu. Bu işleri geliştirmenin yanında toplumdaki algılarını da değiştirmek, itibar kazandırmak gerekiyor.

Peki yapay zekâyı partner olarak göreceğimiz günler yakın mı?

Yapay zekânın kullanılabileceği pek çok alan hayal edebilirsiniz. Yukarıda bahsettiğim işlerin hepsinde yapay zekâyı da partner olarak kullanabilirsiniz ama henüz erken çünkü bu işlere ödenen ücret düşük. Mesela bir risk sermayedarı muhtemelen asla bir yaşlı bakım şirketini fonlamaz. Daha çok katlanan ekonomik geri dönüşlerin olabileceği, Uber gibi şirketleri fonlar. Makineleri yaşlı bakımı konusunda eğittik diyelim. Bu işleri yapabilecek yapay zekâyı nasıl geliştireceğiz. Kazaları ve ölümleri nasıl engelleyeceğiz? Böyle bir işte fazla para yok.

Belki de işe insan algısını ve inanışlarını değiştirerek başlamalıyız. Belki bazı insanların uzun saatler çalışmasına gerek yoktur. Belki ileride çalışmak bugünkü kadar önemli olmayacak. Yaşlılara bakmanın önemli ve sorumlu bir davranış olduğunu düşünmeye başlarsak bunu yapanlara daha yüksek ücret ödeyebiliriz.

Yazar: KAI-FU LEE
Kaynak: Wired ve Washington Post

Optimist Newsletter Ekim sayısı yayınlandı!

Optimist_Bulten_Ekim_foto

Optimist Yayın Grubu olarak, uluslararası kaynaklardan derlediğimiz
Optimist Newsletter Temmuz sayısı yayınlanmıştır.

Görüş ve önerilerinizi bizimle paylaşabilirseniz, daha zengin içerikler oluşturma imkânı bulabiliriz.

Bülteni okumak için lütfen linke veya fotoğrafın üzerine tıklayın.
Optimist_Bulten_Ekim2018

Agile Turkey Summit 2018’e katılıyoruz

agile-turkey-summit

Optimist Yayın Grubu olarak, bu yılın Agile Turkey Summit etkinliğinde hediye sponsoru olduğumuzu söylemekten mutluluk duyuyoruz.

25 Ekim 2018 tarihinde Wyndham Grand Hotel İstanbul‘da gerçekleştirilecek dünyanın,Türkiye’nin ve bölgenin en büyük Agile etkinliği olan Agile Turkey Summit’in bu yılki mottosu Dream – Experiment – Change.

Agile, bir grup değerler ve prensipler tarafından desteklenen bir inanış, bir fikirdir. Çevik yazılım geliştirme metodları olarak da özetlenebilen Agile esasen kavram olarak başarılı yazılım teslim etmek için hedef kültürü tanımlamaktadır.

4c097a31-3a17-4b4a-9bed-22835b3b466f-original

Her yıl sektör öncüsü önemli konuşmacıların ağırlandığı etkinliğin bu yılki konuşmacılarına göz atmak isteyebileceğinizi düşündük.

agile-turkey-summit2

Etkinlik hakkında daha detaylı bilgi edinmek isterseniz sitelerini ziyaret edebilirsiniz. http://summit.agileturkey.org

Optimist ayrıca kitap standı ile Agile Turkey Summit 2018 etkinlik alanında sizlerle buluşmayı heyecanla bekliyor.

Nesnelerin İnterneti: Ütopya mı distopya mı?

3D yazıcılar ile ihtiyaç sahibi hastalar için kulak geliştirilen bir dönemdeyiz.

Drone’ların doğal afetlerde cankurtaranlara yol gösterdiği bir dönemdeyiz.

Robot arıların, bal arılarının sayılarının azaldığı yerde tozlaşma işlemini yapabilmesi için görevlendirildiği bir dönemdeyiz.

Bileğimizdeki Fitbit’in buluta aktardığı veri sayesinde egzersiz ve sağlıkla ilgili istatistiklerimizi anbean takip edebildiğimiz bir dönemdeyiz.

Çantamızda bir adet kitap taşıyabilirken, e-kitap sayesinde yüzlerce kitapla gezinebildiğimiz bir dönem bu.

Yollarda arabaların insansız hareket etmeye başladığı; bir zaman sonra otonom araçların, yüzde 70-80’i insan hatasından kaynaklanan kazaları neredeyse tamamen ortadan kaldıracağı bir dönem…

Teknoloji bizim için burada. Hayatı kolaylaştırıyor.

Daha da kolaylaştırmaya devam edecek.

Screen Shot 2017-04-10 at 10.22.18.png

Nesnelerin İnterneti (Internet of Things) sayesinde artık insanlar ve makineler birbirine gitgide daha bağlı hale geliyor. Etrafımızdaki her eşya bu internet bağlantısı ile “akıl”lanıyor. Önce telefonlarımız akıllandı, sonra kitaplarımız, sonra kolumuzdaki saatler. Bu arada buzdolapları, panjurlar, ışıklar akıllı hale geldi. Telefonlarımız kumanda işlevi görmeye başladı, ödeme aracı işlevi görmeye başladı, içeride uyuyan bebeğimizi gözleyebildiğimiz kamera haline geldi, harita haline geldi, bilgiye en kısa yoldan gerçek zamanlı ulaşmamızı sağlar hale geldi. Kontrol her zaman bizde. Etrafımızdaki nesneleri yalnızca kullanmıyoruz, onları aynı zamanda yönetiyoruz da. Bunun bir adım ötesi ise, MIT Bilgisayar Bilimleri ve Yapay Zekâ Laboratuvarı kıdemli araştırmacısı David Clark’ın belirttiği gibi,

“Cihazların kendi iletişim kalıplarını ve sosyal ağlarını geliştirerek kendini kumanda edip çalıştırabileceği, kendi kararlarını kendi verebileceği bir dünya…” (s.181)

 

Bu bir ütopya mı?

Yeniden başlıyoruz:

3D yazıcılar ile illegal yollardan silah ya da ev yapımı bombaların üretilip toplu kıyımların yapılabileceği bir dönemdeyiz.

Drone’ların hırsızlık, gözetleme, biyolojik silah taşıma için kullanılmasına mani olamayacağımız bir dönemdeyiz.

Robot arıların, kötü niyetli kişilerin egemenliğinde kullanılması ile sentetik virüslerin tüm ülkeye rahatça yayılabileceği bir dönemdeyiz.

Bileğimizdeki Fitbit’in buluta aktardığı veri sayesinde egzersiz ve sağlıkla ilgili istatistiklerimizi takip ve analiz eden işverenlerin, sağlık risklerimizden ötürü bizi işe almayacağı ya da hak ettiğimiz terfiyi vermeyeceği bir dönemdeyiz.

Çantamızda istediğimiz kitabı taşıyabiliyorken, telif haklarından ötürü elektronik piyasadan çekilen bir kitaba artık hiç ulaşamayacağımız bir dönemdeyiz.

Yollarda arabaların insansız hareket etmeye başladığı; bir zaman sonra otonom araçların, yüzde 70-80’i insan hatasından kaynaklanan kazaları neredeyse tamamen ortadan kaldıracağı, ancak olası bir hatada yüzlerce aracın birbirine girip yeryüzünün en büyük çaplı trafik kazalarına neden olabileceği bir dönemdeyiz.

 Suçlular gelişen her teknolojiyi istismar etmek için hazırda bekliyor. (s.171).

Teknoloji suçlular için burada. Hayatı tehlikeli hale getiriyor.

Daha da tehlikeli hale getirmeye devam edecek.

 

Bu bir distopya mı?

Screen Shot 2017-04-10 at 10.23.16.png

Bunu zaman gösterecek. Öyle görünüyor ki; siber suçlar, toplumsal uyuşmazlıklar, hukuki açıklar, politik anlaşmazlıklar, ekonomik dengesizlikler hızla ilerleyen teknolojinin yarattığı kaosun doğurduğu en büyük problemlerden olacak. Fakat diğer bir açıdan bakılınca da nesnelerin interneti yaşamlarımızı çarpıcı biçimde zenginleştirip geliştirecek: Daha sağlıklı ve kaliteli bir yaşam sürmemize, sağlık hizmetlerinden daha iyi faydalanıp hastalıkların önünü çok daha kolay almamıza yardım edecek. Endüstriyel makinelerin daha etkin ve verimli çalışmasına, evlerde ve işyerlerinde çok daha çevre dostu ve enerji verimliliği yüksek uygulamaların kullanılmasına; hatta akıllı makinelerin, olası siber saldırıları öğrenip kendilerini koruyabilir hale gelmesine yardım edecek (s. 194).

Mobil teknoloji her şeyi nasıl değiştiriyor?

Son on yılda dijital teknolojiler dünyayı değiştirdi. İnsanların iletişim kurma, birlikte çalışma, alışveriş yapma, tatil rezervasyonu yaptırma ve finansal durumlarını yönetme ve benzeri birçok şeyi yapma şeklini değiştirdi. Mobil teknolojiler bu devrimin merkezinde yer alıyor. (s. 43)

7.5 milyar nüfuslu dünyada neredeyse 5 milyar kişi cep telefonuna sahip ve dünya nüfusunun neredeyse yarısı akıllı telefon kullanıyor.1 Bilişim danışmanlığı firması Gartner’a göre internet faaliyetlerinin yarısından fazlası mobil cihazlar aracılığıyla yapılıyor. (s.45) Bulut bilişim sayesinde farklı cihazlar arasında veri, fotoğraf ve doküman alışverişi ve senkronizasyon yapma imkânı ortaya çıktı. Şimdilerde telefonumuzdaki Passbook uygulaması ile check-in sırasına girmeye gerek kalmadan e-biletimizi okutup uçağa gidebiliyoruz, içtiğimiz kahve için para vermek yerine Bluetooth özelliğini açıp Beam uygulaması ile elimizi cebimize götürmeden ödememizi bir saniyede yapabiliyoruz.

İlerleyen yıllarda ise akıllı telefonlarımız koku ve tat alma duygusu da kazanacak. Böylece telefonlar ses çıkarmamaları gereken durumları anlayacak ya da yiyeceklerin bozulduğunu tespit edebilecek. (s.62) Yani sayıları gitgide artan bağlı cihaz ve sistemler yaşam tarzımızı, çalışma şeklimizi ve etkileşme biçimimizi hayal edemeyeceğimiz kadar derinden etkileyecek.

Sistemler akıllanırken biz aptallaşıyor muyuz?

Screen Shot 2017-04-10 at 10.25.01.png

Siz de hesap makinesini bile sizi dört işlemi ezberden yapamaz hale getirdiği için kullanmayanlardansanız, daha da vahimi, benim gibi eşinin telefonunu bile ezbere bilmeyenlerdenseniz (telefonumda var, neden ezberleyeyim, değil mi?) günümüz teknolojilerine daha dikkatli yaklaşmanızda fayda var. Tabii işin bir de yol tarifi boyutu var, oraya hiç girmeyeyim… Peki neden böyle oluyoruz? Teknoloji bizim hayatımızı kolaylaştırmak, kendimize daha kaliteli zaman ayırmamız için varken biz neden önemli numaraları hatırlayamaz olduk, şu fitness bilekliği her türlü desteği vermesine rağmen git gide neden daha tembel hale geliyoruz? Görünen o ki, cihazlar bizim yerimize ne kadar iş yaparsa, biz de doğal ritmimizle o kadar az temas ediyoruz ve bedenimizle zihnimizi daha az çalıştırıyoruz. (s.157)

Yoksa neden sağdaki yol kapalı olmasına rağmen navigasyon öyle buyurdu diye o yola girmeye zorlayalım, değil mi? Güncellenmesi gecikmiş cihaza kendi gözlerimizden daha çok inanmamız sizce de biraz ürpertici değil mi? Sizi bilmem ama bence Malcolm Gladwell’in bir kitap yazmasına ve otomasyona fazlaca bel bağladığımız bu günlerde gözle görülür tehlikeden kaçınmamız gereken yerde neden beceriksizleşmeyi seçtiğimiz ile ilgili olarak bizi aydınlatmasına ihtiyacımız var. İşin aslı, beynimiz bir şekilde en kolay ve en keyif verici yoldan iş yapmaya yöneliyor, fakat gördüğünüz gibi “en kolay” her zaman “en iyi” anlamına gelmiyor. Görünen o ki, beynimiz yeni teknolojiye ayak uydurmak için bir şekilde evrimleşecek, ancak bu zekâmızda ilerleme anlamına mı gelecek gerileme anlamına mı, bunu şimdilik bilmiyoruz.

Bildiğimiz, dünyayı tamamen değiştirecek gibi görünen teknolojiyi yeni dünyamızı inşa etmek için kullanabilecek olduğumuz. Geleceği tahmin etmenin en iyi yolu, onu inşa etmektir.

Hatırlarsanız, Büyük Teknolojik Dönüşüm kitabında Kevin Kelly de, içinde bulunduğumuz dönemin değerini bilmemiz ve ondan azami oranda faydalanmamız gerektiğini söylemişti. “Bugün, şu an, işe başlamak için en iyi zaman…” demişti.

O halde…

Şimdi geleceği inşa etmeye başlamanın tam zamanı!

Nesnelerin İnterneti, Optimist’ten. Keyifle, ilgiyle okuyunuz.

Irmak Parlat

1: https://wearesocial.com/uk/blog/2017/01/digital-in-2017-global-overview

nesnelerin_interneti_k2

Bolluk

Bolluk

Yazar: Peter H. Diamandis – Steven Kotler

Günümüzün En Büyük Meselesi Bolluk Yaratmak!

Heyecan verici gelişmelerin yaşandığı bir çağa tanıklık ediyoruz. Teknoloji, bilim, mühendislik, sosyal eğilimler ve ekonomik kuvvetler dünyamızı hızla değiştiriyor. Önümüzdeki yirmi yılı da bu güçler şekillendirecek. Yaşanan tüm gelişme ve değişimler çok önemli bir soruyu da beraberinde getiriyor: Küresel bir bolluk düzeni yaratmak mümkün mü?

Bu kitabın cevabı net: Evet! Bolluk, yaşadığımız günlerin karamsarlığına rağmen umudunu yitirmeden iyimserlik tohumları ekiyor. Su, gıda, enerji, sağlık, eğitim ve özgürlük, dünyamızın en sorunlu alanları olarak öne çıkarken; çözüm üreten beyinler buna nasıl tepki vereceğimize daha fazla odaklanıyor.

Evet, gelecek çok daha güzel olacak. Ama nasıl? Bolluk’ta, dünyanın önde gelen bilim insanlarıyla hayal ile gerçeğin kesiştiği yere yolculuğa çıkacaksınız. Teknoloji ve inovasyonun gücü ile sosyal girişimin yaratıcılığı birleştiğinde geleceğin bolluk düzeninin nasıl adım adım kurulacağını göreceksiniz. İnsanların enerjilerini hayatta kalmak için değil hayallerini gerçekleştirmek üzere harcadıkları bir dünya için…

 

Yazarlar hakkında:

Peter H. DiamandisX PRIZE Vakfı’nın Başkanı ve CEO’su, Singularity Üniversitesi’nin kurucu ortağı ve Başkanı, International Space Üniversitesi’nin ise kurucu ortağıdırOnun üzerinde uzay ve ileri teknoloji şirketinin kurucusu olan Diamandis, Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunudur ve MIT’de moleküler biyoloji ve uzay mühendisliği eğitimleri almıştır.

Steven Kotlerödüllü bir gazetecidir. A Small Furry Prayer, West of Jesus ve The Angle Quickest for Flight kitaplarının yazarıdır. Aralarında; The New York Times MagazineWiredDiscoverPopular ScienceGQ ve Outside’ın da bulunduğu 60’tan fazla yayında yazıları yayınlanmış olan Kotler, PsychologyToday.com blogunda düzenli olarak yazmaktadır.

 

(Detaylı bilgi için kapak görseline tıklayınız)

 

 

Çeşitliliği Yönetmek

Çeşitliliği Yönetmek

Yazar: Martha R.A. Fields

Harvard Mentor dizisinin 38. kitabı

Ekibinizde çeşitliliği nasıl besleyebilir ve bununla birlikte gelebilecek meydan okumaların altından nasıl kalkabilirsiniz?

Bu kitapta şu konularda ipucu bulacaksınız:

  • Çeşitli bir ekip toplamak
  • Yaygın kültürel yanlış anlamaların yerine gerçekleri koymak
  • Çeşitlilikle ilgili çatışmaları ele almak
  • Ekibinizin çeşitliliğinin oluşturduğu iş değerlerinden faydalanmak

Cep Yönderi Dizisi Hakkında

Cep Yönderi Dizisi yöneticilerin iş yaşamında her gün karşılaştıkları en yaygın meydan okumalara ivedi çözümler öneriyor. Dizi içinde yer alan her kitapta, güçlü ve zayıf yanlarınızı tespit etmeye ve kritik becerilerinizi keskinleştirmeye yarayan kullanışlı araçlar, testler ve gerçek yaşamdan alınmış örnekler yer alıyor. İster masa başında, ister bir toplantıda ya da yolda olun, bu cep kitapçıkları size işinizin günlük talepleriyle daha hızlı, daha kavrayışlı ve daha etkin bir biçimde başa çıkma imkânını verecektir.

Martha R. A. Fields kimdir?

Martha R. A. Fields yönetim, insan kaynakları ve çeşitlilik/küreselleşme alanlarında otuz yıllık bir deneyime sahiptir. İnsan kaynakları yönetimi, yönetici geliştirme, çeşitlilik ve küreselleşme ve iş/hayat bütünleşmesi alanlarında danışmanlık, koçluk ve eğitim programları sunan bir firma olan Fields Associates’in kurucu ortağı ve CEO’sudur. İlk çeşitlilik konferansı olan, Çeşitliliğe Öncülük Etmek Zirvesi’ne altı yıl boyunca başkanlık yapmıştır.1994’te firmasını açmadan önce Harvard Tıp Okulu’na bağlı bir üniversite hastanesinde başkan yardımcısı olarak hizmet vermiştir. Martha, Boston İnsan Kaynakları Birliği’nin eski başkanıdır ve Kuzeydoğu İnsan Kaynakları/ İnsan Kaynakları Yönetimi için Toplum (SHRM) John D. Erdlen Beş Yıldız Ödülü dahil olmak üzere çok sayıda ödül almıştır. Vazgeçilmez Çalışanlar: Onları Nasıl İşe Almalı, Elde Tutmalı ve Hayatınızı Severek İşinizi Sevin adlı popüler kitapların da yazarıdır. Son kitabı, Stephen Covey ve Ken Blanchard’la birlikte kaleme aldığı Başarının Yol Haritası’dır.

(Detaylı bilgi için kapak görseline tıklayınız)

İyi Şirket (mart’13)

İyi Şirket

Yazar: Philip Kotler – David Hessekiel – Nancy R. Lee

Finansal ve sosyal alanları eşzamanlı geliştirebilmenin hassas dengesini kurmaya çalışan iyi niyetli profesyoneller için gerçek bir rehber!

İyi Şirket pazarlama ve sosyal inisiyatifin şirketin kapsayıcı hedefleriyle bütünleşebilmesi için ihtiyaç duyulan tavsiyeleri sunan bir el kitabı niteliğinde. Şirket yöneticilerini ve personelini en uygun meseleleri, en iyi ortakları ve potansiyeli en yüksek girişimleri seçmeye hazırlayan sayfalarda, pazarlama ve kurumsal seviyede kampanyalar düzenlemenin yol haritasını bulacaksınız. Ayrıca;

– Müşterileri sosyal bir amacı destekleyen şirketinize katılmaya nasıl ikna edeceğinizi,

– Ürün satışlarını ve müşteri ilişkilerini bağışlarla nasıl destekleyebileceğinizi,

– Çalışanları zamanlarını ve yeteneklerini sizin amacınıza sunmaları için nasıl teşvik edip örgütleyebileceğinizi,

– Uğruna değecek sosyal bir sonuca ulaşmak için iş yapma biçiminizi nasıl değiştireceğinizi,

– Malum kötümserlerle ve eleştirilerle nasıl baş edeceğinizi bu kitaptan öğrenebilirsiniz.

İyi Şirket, kurumsal bir sosyal sorumluluk incelemesi değil, iş kurucular için yazılmış bir kitaptır. Olumlu sosyal etkiler yaratacak ve sonuç alıcı işlere imza atacak yüreğe ve akla sahip bir kuruluş olarak hem sosyal amaçlarınızı hem de kârınızı aynı anda yükseltebileceğinizi öğreneceksiniz.

Sosyal amacınızı nasıl bulacak, nasıl kampanyalar düzenleyeceksiniz? Ve kötümserleri nasıl uzak tutacaksınız?

İyi Şirket, dünyanın her yerinden güncel örneklerle, iyi şeyler yaparak nasıl iyi bir şirket olunacağını gösteriyor. 
(Detaylı bilgi için kapak görseline tıklayınız)

Duygusallığın İş Dünyasında Yeri Var mı?

Duygusal Zekâ
Yazı: Ertuğrul Belen

Optimist Kitap sponsorluğunda Ertuğrul Belen’in kaleme aldığı İş Dünyası, Girişimcilik & Networking yazı serisi 4. bölümünde gündem: Duygusal Zekâ

Not: Yazı Serisinin 3. Bölümü Girişimcilik İklimi dergisinde yayınlanacaktır.

Özellikle ülkemiz iş dünyasında vakalardan ziyade sloganlara bayılıyoruz; mesela “iş dünyasında duygusallığa yer yok!” gibi. Ya da internette kol gezen yüzlerce “en çok sevilen sözleri” paylaşan siteler, bunun en güzel örnekleri arasında yer alıyor.
Bu makale için duygusallık, duygular, duygusal zekâ ve iş dünyasıyla ilgili araştırırken birçok sitede karşılaştığım Robert Hervey Cabell‘in söz sahibi olduğu yazılan şu cümleler dikkatimi çekti:
“İş hayatını seviyorum çünkü rekabet var; çünkü kelimeler yerine yapılanlar ödüllendirilir. İş hayatını seviyorum çünkü ciddiyet ister ve bügünün işiyle uğraşırken yarını düşünmeme fırsat vermez. İş hayatını seviyorum çünkü düzeltmeye değil yapmaya çalışır; çünkü bencilcedir, iki yüzlülüğe ve duygusallığa yer yoktur. İş hayatını seviyorum çünkü hatayı, uyuşukluğu verimsizliği cezalandırıp; elinden gelen her şeyi ortaya koyanları fazlasıyla ödüllendirir. […]Son olarak, iş hayatını seviyorum çünkü her gün taze bir maceradır.”
Büyük resme baktığınızda R.H.Cabell’in sözleri etkiliyor. İş dünyasının aslında herkese hak ettiğini verdiğini ve belki bir iç adeleti olduğunu savunuyor.
Başka bir bakış açısıyla, gerçekten iş dünyasında duygusallığa yer yok mudur?
Peki gerçekten öyleyse, nasıl olur da Daniel Goleman‘ın aralarında Lucent Technologies, British Airways ve Credit Suisse gibi firmaları da kapsayan 188 firmayla yaptığı araştırma aksini söyleyebiliyor: “Mükemmel performansın bileşenleri olarak teknik becerilerin, IQ düzeyinin ve duygual zekânın oranını hesapladığımda, duygusal zekânın bütün kademlerindeki görevler açısından diğerlerinin iki katı kadar önemli ortaya çıktı.”
Üstelik Goleman birçok duygusal zekâ araştırmasındaki gibi sadece liderlik koltuğunu hedef alan yöneticileri değil, üç temel yetkinlik grubunu kapsayan geniş bir kitleyi analiz ederek bu sonuca varıyor. Bunlar:
1- Muhasebe ve iş planlaması gibi teknik beceriler,
2- Analitik akıl yürütme gibi bilişsel yetiler,
3- Başkalarıyla birlikte çalışabilme ve değişime önclük etmede etkinlik gibi duygusal zekâ içeren yetkinlikler.
Duygusallık ve duygusal zekâ aynı kavramlar olmasa da paydalarının duygu olduğu bir gerçek.
Yani, 21.yüzyılda duygusallık, duyguların akıllı yönetimi ve elbette duygusal zekâ iş dünyasında önemli bir rekabet avantajı sağlıyor.
Öyle ki, McClelland küresel gıda ve meşrubat şirketinin çalışanlarıyla gerçekleştirdiği “duygusal zekâyı” geliştirme süreci, %20’yi aşan performans artışıyla sonuçlanmış.
Belki duygusal zekânın (EQ – Emotional Intelligence) kazanımlarına bu kadar somut değinen Goleman için EQ bileşenleri nedir?
Harvard Business Review Esaslar kitabındaki 10 konudan biri arasında yer alan duygusal zekanın tanımı ve bileşenleri bana 80’lerin vazgeçilmez çizgi filmi Voltran’ı hatırlattı: Beş aslanın bir araya gelmesinden oluşan dev robotu temsil eden Voltran çizgi filmini, iş dünyasındaki benzetmelerimde sık sık kullanırım. (Not: Sabancı Üniversitesi’nde bir sunumumda yeni nesil öğrencilerin Voltran çizgi filmi hakkında hiçbir fikri olmadığını fark ettiğim günden beri Transformer’ları kullanmayı tercih ediyorum.
İşte, iş dünyasında duygusal zekânın beş Goleman bileşeni:
Beş Goleman Bileşeni
Özetle, her bileşen için öncelikle kendinize basit ama bir o kadar net şu soruları sormalısınız:

Öz-bilinç:
Kendinize güveniyor musunuz?
Gerçekçi bir şekilde hayatınızı değerlendirebiliyor musunuz?
Kendinizi bağışlayan bir mizah duygusuna sahip misiniz?
Kendini Ayarlama:
Güvenilir ve dürüst müsünüz?
Belirsizlik karşısında rahatlığınızı koruyabiliyor musunuz?
Değişime açık mısınız?
Motivasyon:
Güçlü başarı dürtünüz var mı?
Başarısızlık karşısında bile iyimserliğinizi koruyabiliyor musunuz?
Kuruluşunuza sadakatle bağlı mısınız?
Empati: 
Yetenekli kişileri geliştirmeyi ve elde tutmayı başarabiliyor musunuz?
Kültürel farklılıklara duyarlı mısınız?
Müşteri ve alıcılarınıza hizmet ediyor musunuz?
Sosyal Beceri:
Değişime öncülük ediyor ve uyum sağlıyor musunuz?
İnandırıcı mısınız?
Ekip kurma ve yönetmede uzman mısınız?
Tahmin edebileceğiniz gibi yukarıdaki sorulara siz, ortaklarınız ve ekibiniz ne kadar çok “evet” cevabı verirse o kadar yüksek bir EQ anlamına geliyor.
Tabi “hayır”lar da farkındalık ve iyileştirme için bir fırsat demek oluyor. Bireysel ve dolayısıyla kurumsal EQ’nun artması için her safhada sorulması gereken diğer önemli bir soru da “nasıl”dır.
Voltran aslanlarına ve EQ sorularına sade bir “evet” yanıtı yetmez. “Evet ama Ben bunu nasıl yapıyorum? Ya çevremdeki diğerleri? Normal bir günde nasıl yapıyoruz? Ya işlerin yoğun olduğu dönemlerde? Daha iyi nasıl olabilir?” gibi sorularla istikrarlı bir EQ vizyonu oluşturmak şart.
Bu yazıyı dünyanın en ünlü inovasyon gurularından biri olarak anılan Clayton Christensen’in “Olmak İstediğim İnsan” kitabından bir sözüyle tamamlamak istiyorum:
Gölgeye ihtiyacınız varsa fidan ekin.
İş dünyasında birçok fidanı aynı anda ekip, hiçbirini doğru düzgün sulamayan insan ve kurumlarla karşılaşıyoruz. Duygusal zekâsı yüksek çalışanlar ve firmalar, ne kadar gölge istediklerini önceden karar verip ona göre fidan ekeceklerdir. Fazlası güç kaybı, azı ise başarısızlık hissine sebep olacaktır.