
Optimist Yayın Grubu olarak, uluslararası kaynaklardan derlediğimiz Optimist Newsletter Ağustos 2021 sayısı yayınlanmıştır.
Görüş ve önerilerinizi bizimle paylaşabilirseniz, daha zengin içerikler oluşturma imkânı bulabiliriz.
Optimist Yayın Grubu olarak, uluslararası kaynaklardan derlediğimiz Optimist Newsletter Eylül 2020 sayısı yayınlanmıştır.
Görüş ve önerilerinizi bizimle paylaşabilirseniz, daha zengin içerikler oluşturma imkânı bulabiliriz.
Bülteni okumak için lütfen aşağıdaki linke tıklayın.
Optimist Yayın Grubu olarak, uluslararası kaynaklardan derlediğimiz Optimist Newsletter Aralık sayısı yayınlanmıştır.
Görüş ve önerilerinizi bizimle paylaşabilirseniz, daha zengin içerikler oluşturma imkânı bulabiliriz.
Bülteni okumak için lütfen aşağıdaki linke tıklayın.
Optimist Yayın Grubu olarak, uluslararası kaynaklardan derlediğimiz Optimist Newsletter Ekim sayısı yayınlanmıştır.
Görüş ve önerilerinizi bizimle paylaşabilirseniz, daha zengin içerikler oluşturma imkânı bulabiliriz.
Bülteni okumak için lütfen aşağıdaki linke tıklayın.
Optimist Yayın Grubu olarak, uluslararası kaynaklardan derlediğimiz
Optimist Newsletter Şubat sayısı yayınlanmıştır.
Görüş ve önerilerinizi bizimle paylaşabilirseniz, daha zengin içerikler oluşturma imkânı bulabiliriz.
Bülteni okumak için lütfen aşağıdaki linke tıklayın.
Günümüzde teknolojik gelişmenin en önemli iki alanı olarak Yapay Zekâ (YZ) ve Kuantum Bilgiişlem (KB) öne çıkıyor. Her iki alanda da bugün başı çeken ülkeler ABD ve Çin. Bu iki teknolojinin ortak özelliği ekonominin ve toplumsal yaşamın bütün dallarına nüfuz edebilecek ve derin dönüşümlere yol açabilecek nitelikte olmaları. Dolayısıyla bu iki alandaki gelişmeler devletler arasında ekonomik, askeri ve teknolojik bakımdan muazzam bir farklılaştırıcı kuvvet haline gelmekte ve yeni tür bir silahlanma yarışını tetiklemekte, bu da sonuçta YZ’nin ve KB’nin ilerleme hızını daha da artırmaktadır.
YZ’nin ve KB’nin genişliği, bu iki teknolojinin savunma, diplomasi, istihbarat, ekonomik rekabet gücü, sosyal istikrar ve enformasyon ortamını etkileme yeteneği dikkate alındığında, YZ ve KB geliştirme ve uygulamasına en atak şekilde yatırım yapacak ülkenin ekonomik bakımdan en güçlü ülke haline gelmesi olasıdır.
Makine öğrenmesi yeni muharebe türleri ortaya çıkaracaktır. Siber saldırının ve siber savunmanın gelişkin biçimlerinin yanı sıra otonom ve yarı otonom silahların çeşitli biçimleri geliştirilecektir. Bunlara en erken ve atak şekilde yatırım yapan ülkenin askeri üstünlük elde etmesi mümkün olabilecektir. YZ’nin daha genel amaçlı biçimleri, bilimsel ve teknolojik araştırmaları hızlandıracaktır. Bu sayede, sözgelimi enerji üretimi için bir füzyon reaktörü geliştirmeyi başaran ülke muazzam bir avantaj sahibi olacaktır. Belli bir ülkenin kahredici bir teknolojik üstünlük elde etmesi söz konusu olabilecektir.
İkinci kuantum devrimi
İlk kuantum devrimi 20. yüzyılın başlarında kuantum teorisinin ortaya çıkmasıyla gerçekliğin doğasına ilişkin sırları açığa çıkarmıştı. Şimdi ikinci kuantum devrimine tanık oluyoruz ve söz konusu teori dönüştürücü teknolojilere uygulanmaya başlıyor. Kuantum teknolojisinde gelişme bir dizi önemli alanda sıçrama vaat ediyor. Bilgiişlem gücünde üssel büyüme makine öğrenmesinde ve karmaşık simülasyon uygulamalarında sıçrama yaratabilecek. Kriptografiyi ve iletişimi de radikal şekilde dönüştürebilir. Şifrelemenin en yaygın biçimlerini çözmek kolaylaşırken enformasyonu şifreleme imkânları çok gelişecektir. Kuantum duyulamayla meteoroloji ve navigasyon mükemmelleşebilir.
2016’da Çin ilk kuantum uyduyu fırlattı. Böylece bugün Çin ile Avrupa arasında kuantum şifrelenmiş görüntülü arama yapılabiliyor. ABD’de de Temsilciler Meclisi Ulusal Kuantum İnisiyatifi yasasını çıkardı. Beyaz Saray Eylül başında topladığı kuantum zirvesiyle bilim ve enerji alanında kuantum araştırmalarında yeni girişimler başlattı.
Kuantum iletişim altyapısının genişlemesi enformasyon güvenliğini iyileştirecek. Kuantum bilgisayarların klasik bilgisayarlardan daha üstün olduğu noktaya gelindiğinde değişim hızlanarak artacak.
Bu alanlarda geri kalmak, diğer ülkeler için bir risk oluşturacaktır. Geçmişte petrolün veya nükleer teknolojinin bunlara sahip olan ülkelere ne kadar büyük avantajlar sağladığı düşünülürse 21. yüzyılın temel farklılaştırıcı teknolojisi olarak YZ ile KB’nin kazanacağı jeopolitik önem daha iyi anlaşılır.
İki kutuplu dünya
Bugün dünya yeni bir iki kutuplu savaş dönemine girmiş gibidir. YZ ve KB alanlarında bir silahlanma yarışı yaklaşıyor ama bu geçmişteki savaş gemilerindeki ya da nükleer silahlardaki yarıştan farklı olacak, çünkü bu teknolojiler çok farklılar, kaldı ki donanımdan çok yazılımdan oluşuyorlar. Sadece askeri bir yarış değil bu yani. Bu teknolojilerin sivil ve askeri kullanımları arasındaki ayrım çizgisi giderek daha bulanık olacak.
Bugün sadece ABD ile Çin büyük YZ şirketlerine sahip bulunuyor: Google, Apple, Amazon, Facebook ile Baidu, Tencent ve Alibaba. Çin’in YZ stratejisinin en zayıf yanı, şu anda yarı iletkenler. Çin’in yarı iletken firmaları ABD, Güney Kore ve Tayvan firmalarına kıyasla çok daha küçük. Çin’in çip endüstrisi ABD’ninkinin ancak dokuzda biri kadar.
Techonomy dergisinin genel yayın yönetmeni David Kirkpatrick, “YZ ve Çin” başlıklı 3 Ağustos tarihli yazısında, “Çin temel bilgi işlem atılımları bakımından ABD’nin gerisinde olmakla birlikte çok sayıda akıllı bilgisayar mühendisine sahip ve ayrıca bir de kimsede olmayan muazzam bir avantajı var” diyor. Bu da Çin internetinin yarattığı verinin benzersiz büyüklüğü.
Kim en yeni YZ yazılımını eğitmede kullanılacak en çok veriye sahipse onun için YZ daha hızlı ilerleyecektir. Bu veriye de en çok Çin sahip.
Çin’de hemen hemen bütün günlük işlemlerinde akıllı telefon kullanan yüz milyonlarca tüketici var. Mobil ödemeler, kamu hizmetleri, finansal yönetim ve paylaşılan mobilite verileri bir araya getirilebildiği için Çin şirketleri kullanıcılarına ilişkin çok daha derin ve çok boyutlu bir resim elde edebiliyor. YZ algoritmaları bireylere özel öneri getirebiliyor. Bu YZ’nin Çin ekonomisine nüfuzunu hızlandırıyor.
Yapay zekâ ve Çin’in yükselişi ve Avrupa
Google’ın eski Çin temsilcisi ve Yapay Zekâ ve Yeni Dünya Düzeni başlıklı kitabın yazarı Kai-Fu Lee, YZ yarışmasının Çin ya da ABD dışında kalan ülkeler için ne anlama geleceğini şöyle özetliyor: “Bu ülkeler halklarını yoksulluğa mahkûm etmek istemiyorlarsa, kendilerine en çok YZ yazılımı sağlayan ülke hangisiyse–Çin ya da ABD–ekonomik bağımlılıklarının koşullarını onunla müzakere etmek zorunda kalacaklardır. O ülkenin YZ şirketlerinin kendi ülkelerindeki kullanıcılardan kâr sağlamaya devam etmesine izin vermeleri karşılığında, halkları için refah sübvansiyonları sağlayacaklardır. Yeni jeopolitik ittifakları bu tür ekonomik düzenlemeler biçimlendirecektir.”
Buna karşılık WorldPost yayın yönetmeni Nathan Gardels ABD Kuzey Amerika, Avrupa ve Avustralya’da ağır basarken Çin’in giderek Güneydoğu Asya, Afrika ve bir ölçüde Güney Amerika’da öne çıkmaya başladığını vurguluyor.
Yapay zekâ bakımından bugün ABD’nin teknoloji imparatorluğunun sömürgesi konumunda olan Avrupa eğer oyunda yer almak istiyorsa kendi yolunu kendisinin çizme yeteneğini tedavi etmelidir. YZ’ye kendi damgasını vurmalıdır. 27 Eylül günü Washington Post‘da yayınlanan “Avrupa için kalk borusu” başlıklı yazılarında Nicholas Berggruen ile Nathan Gardels, Avrupa için en umut vaat edici perspektif ABD ve Çin’den farklı bir yol izlemek olabilir diyorlar. Avrupa kaynaklarını internetin mucidi Tim Berners Lee’nin interneti yeniden ademi merkezileştirme önerisini desteklemeye ayırmalıdır. Böylece dijital getirinin daha adil dağılımını ve kişisel verilerin kontrolünün büyük teknoloji şirketlerinden bireylere geçmesini sağlamış olur.
Veri toplamayı kıtanın kültürüne bağlı olarak kısıtlayarak Avrupa, YZ’nin gelişimini gerek Çin’de gerekse Silikon Vadisinde de ana odak noktası olan tüketici pazarlamasından çok daha sosyal bir yöne yöneltebilir. Avrupa ayrıca temel bilimlerde sahip olduğu avantaja dayalı bir rekabet yolunu seçebilir. Avrupa ülkeleri tıpkı dünyanın en büyük parçacık hızlandırıcısı olan Büyük Hadron Çarpıştırıcısını yaratmak üzere bir araya geldikleri gibi insan becerilerinden daha üstün süper zeki makinelere en önce ulaşma projesinde de bir araya gelebilirler.
Optimist Yayın Grubu olarak, uluslararası kaynaklardan derlediğimiz
Optimist Newsletter Temmuz sayısı yayınlanmıştır.
Görüş ve önerilerinizi bizimle paylaşabilirseniz, daha zengin içerikler oluşturma imkânı bulabiliriz.
Bülteni okumak için lütfen linke veya fotoğrafın üzerine tıklayın.
Optimist_Bulten_Eylul2018
Optimist Yayın Grubu olarak, uluslararası kaynaklardan derlediğimiz
Optimist Newsletter Temmuz sayısı yayınlanmıştır.
Görüş ve önerilerinizi bizimle paylaşabilirseniz, daha zengin içerikler oluşturma imkânı bulabiliriz.
Bülteni okumak için lütfen linke veya fotoğrafın üzerine tıklayın.
Optimist_Bulten_Temmuz2018
Avrupa Aydınlanmasından bu yana akıl, insanlığımızın ayırt edici özelliği olarak görülmüştür. Fransız filozoflar bizi hayvanlardan ayıran şeyin soyut düşüncenin gücü olduğunu öne sürmüşlerdi. Bizi geleneğin, dogmatik inancın ve keyfi yönetimin tiranlığından kurtaracak kesinliği ancak akıl vaat edebilirdi.
Akıl ve akılcılık
Ne var ki tek bir aydınlanma olmadı. Fransızlar Descartes’ı kendilerine model alıp onun akılcı yönteminin üstünlüğüne odaklanırken İngiliz ve İskoç Aydınlanması aklın kısıtlarını vurguluyordu. Britanyalılar için insan doğasının özü doğru ve yanlışa ilişkin ahlaki bir anlayıştan ve başkaları için doğal bir empatiden oluşuyordu. Onlar için akıl, akılcılık değil akla uygunluk anlamına geliyordu. Bu farklı perspektifler sosyal sistemlerde değişim konusunda kökten farklı anlayışlara götürdü.
Muhafazakâr Edmund Burke ile radikal Thomas Paine arasındaki çatışma ve onların Fransız Devrimi’yle ilgili farklı görüşleri buna bir örnektir. Burke Fransız Devrimi’ni tam anlamıyla bir felaket, topluluk ve geleneğin tahrip olması ve “iktisatçılar ve hesapçılar” çağının başlangıcı gibi görürken, Paine devrime alkış tutuyordu.
Amerikalı politikacılar Aydınlanmanın hangi dalından olduklarını hiçbir zaman tam anlayamadılar. Jefferson ve Hamilton karşıt taraflarda yer almıştı. Ronald Reagan, muhafazakâr görüşlerine rağmen, Paine’in “Dünyayı yeniden kurmak gücümüz dahilindedir” sözünü tekrarlamaktan hoşlanırdı. Bu bölünmeler bugün de devam ediyor. Burke gibi muhafazakârlar ancak yetiştirilip büyütülebilir olan şeyleri entelektüellerin tasarlama ve inşa etmesi düşüncesinden dehşete kapılırken, Paine’in takipçileri dünyayı yenilemeyi amaçlayan ilerici gündemleri izlemeye devam ediyor.
Politikanın tersine Amerikan şirket yönetimi hiçbir zaman pek bir felsefi kuşku içinde olmamıştır. Bu özgüvenin köklerini Amerika’nın şirket yönetiminin ilk öncülerinin de yetiştiği West Point Askeri Akademisinde 19. yüzyılda Fransız düşüncesinin etkin olmasına kadar takip etmek mümkündür. Örneğin West Point’te o tarihte gözde olan Fransız askeri yazarı Antoine-Henri Jomini, Napoleon’un zaferlerini yorumlarken başarının ilkelere indirgenebileceğini ileri sürüyordu. 1950’lerin sonunda işletmecilik okulları yeniden düzenlenirken de Anglo-Amerikan felsefesi sıkı bir analitik yörüngede yol alıyordu.
Akademisyenler yönetimi iktisat kalıbında dökülmüş bir bilim haline getirmek sevdasındaydı. Bilimsel akılcılık tek hakiki bilgi, bilimsel yöntem de tek geçerli araştırma biçimi olarak kabul ediliyordu. Böylece şirket yönetimi teorinin uygulanmasından ibaret teknik bir pratik haline geliyordu. Örgütsel değişim yukarıdan aşağı, dışarıdan içeri akılcı bir süreç olarak görülüyordu. Bu perspektif 1990’ların mühendislik/yeniden düzenleme (reengineering) çılgınlığı sırasında tepe noktasına ulaştı. Bugün bile, “akılcı” sözü bir iltifat olarak algılanıyor ve bilimsel akılcılıktan sapmalar “hata” veya “önyargı” olarak niteleniyor.
Evrim bizden daha akıllıdır
Eğer bilimsel akılcılık dünyaya yaklaşmanın bu kadar üstün bir yolu olsaydı biz de bu anlamda akılcı olacak bir şekilde evrim geçirmez miydik? Hugo Mercier ve Dan Sperber gibi bilişsel bilimciler aklın bireylerin daha iyi kararlar almasını sağlamak için ortaya çıkmış olmadığını savunuyorlar. Onlara göre akıl, bireylerin büyük ölçüde bilinçdışı süreçlerle almış oldukları kararları akılcılaştırmalarını mümkün kılmak için gelişmiştir. Bireysel düzeyde bu, “doğrulama önyargısı” olarak bilinen şeyi ortaya çıkarırken, grup düzeyinde uyarlanma getirir. Tutkulu bireylerin farklı eylem hatları üzerine kanıta dayalı fikirler ileri sürmesi grupların daha iyi kararlar almasını sağlar. Bireyler için akılcı olan bir şey toplum için akıldışı olabilir ve bunun tersi de doğrudur. Evrimsel var kalmanın birimi de birey değil topluluktur.
Akla dönüş
“İktisatçılar ve hesapçılar” çağı yönetim alanında onlarca yıldır hüküm sürüyor ve şimdi büyük veri ile yapay zekânın yükselişi bu egemenliği daha da genişletmeyi vaat ediyor. Ama eğer makine algoritmaları bizden daha iyi bilimciler olabiliyorsa, o zaman egemen Kartezyen akılcı felsefe için bir sorun var demektir. Buna karşılık yönetime insan boyutunu yeniden getirmek için dar bilimsel akılcılıktan uzaklaşıp daha geniş bir akıl anlayışına geçmeliyiz.
Bunun için, hem varoluşsal hem de enstrümantal sorulara yanıt bulma ihtiyacımızı kabul eden pragmatik bir felsefeye ihtiyaç var.
Kimlik: Biz kimiz ve niçin önemliyiz?
Yarar: Ne istiyorum/istiyoruz ve buna nasıl ulaşırım/ulaşırız?
Varoluşsal ve enstrümantal şeklindeki ikili yaklaşım örgütsel değişim anlayışımız açısından önemlidir. Değişim konusunda mühendislik (yarar) ve ekoloji (kimlik) yaklaşımları arasında ayrım yapmamızı mümkün kılar. Kuşkusuz ikisine de ihtiyacımız var ama mevcut durumda mühendislik yaklaşımı ekolojiyi neredeyse tamamen dışlayacak şekilde egemen durumda. Yönetimin karmaşık (complex) değil de karışık (complicated) problemlerle uğraştığı iddiasıyla
bu haklı gösterilmektedir. Karışık, çetrefilli problemler mühendislik yaklaşımıyla, teknik yaklaşımlarla giderilebilirken, karmaşık problemler ekolojik bir yaklaşım, uyarlanma yaklaşımı gerektirir.
Makineler bizi oraya götüremez, enformasyonu işleyebilirler ama anlam oluşturamazlar.
Bu kolay olmayacak. Bunun için sanatları ve beşeri bilimleri araştırmanın analitik bilim kadar geçerli analog biçimleri olarak görebilmeliyiz. Bakış açısını değiştirmek gibi basit bir şey değildir bu. Sanatların ve sosyal hareketlerin kimliklerimizi, varoluş tarzlarımızı biçimlendirmedeki gücünü kavramak için zorlu sarmalayıcı (hayat olarak da adlandırılan) deneyimlere ihtiyaç vardır. Evrimin dehası da burada yatar; kendisini sonsuza kadar yenilemek için sadece tek bir nesle dayanmaz.
Farklı genetik ve kültürel arka planlara, farklı deneyimlere sahip yeni nesillere dayanarak daha öncekiler üzerinde Burke tarzında inşa etmeye devam eder. Yoksa, kulağa pek hoş gelmese de, eşeysiz yeniden üremeye geçer ve sonsuza kadar klonlar olarak yaşardık.
Yazar: DAVID K. HURST
Kaynak: 21 Mart 2018, Global Peter Drucker Forumu Blogu